Kendini Yaşama Cesareti Podcast

Kendini Yaşama Cesareti Podcast 1

Hayatın ne kadarı şans, ne kadarı seçimlerden oluşuyor? Kolay olanı değil de hemen her koşulda kendimizi seçmek mümkün mü? Yapamazsın denilen şeyler başkalarının kendi çaresizlikleri olabilir mi?

Bu podcastte benim hikayem eşliğinde kader gibi lanse edilenlerin aslında öyle olmayabileceğini, olumsuzluklarla mücadele ederken otantik bir hayat yaratılabileceğini, hesaplaşılmayan geçmişin çok sonraları insanı yakalayabileceğini konuşacağız.

Kadın Öykülerini Konu Alan Diziler

Bu zamana kadar izlerken en çok keyif aldığım, ilham veren diziler kadın hikayeleri anlatan diziler oldu. İzlerken yormayan, keyifle akan giden, her birini ayrı sevdiğim dizilerden oluşan listemi sizlerle de paylaşmak istiyorum. Bu 8 dizinin 6’sı hali hazırda sezon finalini yaptı, bir tanesi sezon finalini yapamadan yayından kaldırıldı, bir tanesi ise devam ediyor.

Gilmore Girls (2000-2007)

Bir anne ve kızının yaşadıkları küçük kasabadaki hayatlarını konu alan, sıcacık bir dizi Gilmore Girls. İzlerken bulunduğunuz yerden sizi alıp, bambaşka bir dünyaya götürme gücüne sahip. Bunun da etkisiyle olsa gerek izleyicilerin de ısrarıyla dizi bittikten yıllar sonra, 2016 senesinde İlkbahar, Yaz, Sonbahar ve Kış bölümlerinden oluşan ‘A year In The Life’ ile ekranlara dört bölümle kısaca dönerek bize aradan geçen on yılı da izleme şansı sundular.

Gerçeklikten uzaklaşmak, yorulmadan, keyifle bir hikayenin büyüsüne kapılmak isteyen ve hala Gilmore Girls izlememiş olanlar düşünmeden bu diziye başlayabilirler.

Kadın Öykülerini Konu Alan Diziler 3

Younger (2015-2021)

Younger’ın yaratıcısı, Sex And The City’nin de yaratıcı olan Darren Star. New York dizilerine, yayıncılık, reklam gibi sektörler üzerine kurgulanan hikayelere bayılan biri olarak Younger’ı da tek solukta izleyip, bitirdim. Hikaye kısaca boşandıktan sonra iş arayan ancak yaşı sebebiyle yayıncılık sektöründe iş bulamayan Liza Miller’ın yaşı ile ilgili yalan söyleyerek bir işe kabul edilmesi ve ardından gelişen olayları konu ediyor.

Kadın Öykülerini Konu Alan Diziler 4

Good Girls (2018-2021)

3 kadın, 3 anne, parasızlığın verdiği çaresizliğin de etkisiyle kendilerini illegal bir düzenin içinde bulur, suça bulanırlar. Baş rolünde benim ilk olarak Mad Men’de izleyip, hayran olduğum Christina Hendricks olmasının bu diziyi de soluksuz izlememde bir etkisi var. Dizi yapımcıların beklentilerini karşılamamış olacak ki 3. sezonun sonunda yarıda kesilerek ekranlara veda etti. Hakkıyla final yapamamış olsa da bence yine de izlenmeye değer.

Kadın Öykülerini Konu Alan Diziler 5

The Bold Type (2017-2021)

The Bold Type, dizinin baş yapımcısı da olan Cosmopolitan dergisinin eski yazı işleri müdürü Joanna Coles’in hayatından ve kariyerinden ilham alıyor. Yine New York, yine kadın hikayeleri, yine yayıncılık sektörü. Ne kadar severek izlesem de benim için paylaştığım diğer dizilerden biraz daha yavaş aktı bu dizi. Yine de izlemeye değer.

Kadın Öykülerini Konu Alan Diziler 6

Crazy ex girlfriend (2015-2019)

Bol ödüllü, içinde müzikallere de yer veren bir dizi Crazy Ex Girlfriend. Dizinin konusu adında da belirtildiği gibi ‘Çılgın eski kız arkadaş’ın yaptığı çılgınlıklardan ibaret. İzlemesi çok keyifli, yine insanı alıp başka bir gerçeklikte seyahate çıkartan, yormadan izlenebilecek bir dizi.

Kadın Öykülerini Konu Alan Diziler 7

Jane the virgin (2014-2019)

Bir başka ödüllü dizi de Jane The Virgin. Miami’de geçen bir pembe dizi bu. Entrikalar, şok edici gelişmeler, heyecanlı olaylarla dolu olan hikaye, otelde çalışan Jane’in, otelin sahibiyle yaşadığı duygusal yakınlaşma üzerine inşa edilir. Tüm pembe dizi klişelerine doyalım diye ellerinden geleni yapmışlar, çok da güzel olmuş. Kafa dağıtmaya bire bir.

Kadın Öykülerini Konu Alan Diziler 8

Emily In Paris (2020 -)

Bu sefer hikaye Amerika’da geçmiyor, bir Amerikalının şirketi tarafından Paris’e gönderilmesini konu ediyor. Hikaye çok çıtır çerez, Emily’i canlandıran Lily Collins bir çok kişiye itici geliyor falan ama bence kostümler, Paris sokakları, reklam sektöründe geçiyor olması, yüzeysel de olsa insan ilişkilerine değiniyor olması güzel. Bu yazıda paylaştığım diğer tüm diziler gibi kafa dağıtmalık, hayatın gerçekliğinden kopmalık, hatta belki biraz da ilham alıp hayal kurmalık bir dizi.

Kadın Öykülerini Konu Alan Diziler 9

Gossip Girl (2007-2012)

Bu bir kadın hikayesi dizisi değil ama bonus olarak eklemek istedim. Benim gibi Gossip Girl’den yıllarca uzak durmuş olanınız varsa -ben 2021’de izleyip bitirdim- bir şans verebilir derim. Yalnızca bizim için değil, dizi oyuncularına bile tanıdık olmayan New York’un yüksek sosyetesinin hayatına konuk oluyoruz. Bol entrikalı, kimin eli kimin cebinde belli olmayan romantik ilişkiler, yıkılıp yıkılıp devam edilen arkadaşlıklarla dolu kurgu bir yana, kostümler, mekanlar, partiler ayrı bir yana. 6 sezon son ana kadar heyecanla merak edilecek şekilde ilerliyor. Ben severek izledim, ön yargıyla uzak duran, başlayıp başlayıp devam edememiş olan varsa Gossip Girl bir şansı kesinlikle hak ediyor.

Kadın Öykülerini Konu Alan Diziler 10

Yukarıdaki dizileri izleyip sevmiş olanların benzer dizi önerileri varsa yorumlara ekleyerek listeyi zenginleştirmemize yardımcı olabilirler:)

Bir an önce yapmak istediklerim listesi

Bu blogun en çok okunan yazılarından biri buradaki Ölmeden Önce Yapılacaklar Listesi. 2018 yılında 28 yaşındayken yazıp paylaşmışım, en son 2020 yılında tam pandemi öncesi de editlemişim. O sürede hem ben değiştim, hem de tüm dünya olarak algımız değişti. O dönem yazdığım şeylerin bir kısmını gerçekleştirdim, bir kısmını gerçekten istemediğime karar verdim, bir kısmının da aslında benim değil, örneğin eşimin istediği bir şey olduğunu keşfettim. Pandeminin altını çizdiği ‘hayat pamuk ipliğine bağlı’ gerçeğini aklımda tutarak, daha kısa vadeli planlarla yeni bir liste yapacağım kendime. Hayat kısa, kuşlar uçuyor ve ne güzeldir ki insan yaş aldıkça kendini daha iyi tanıyabiliyor – herkese yüklenmiyor bu güncelleme ama, neyse- Kısacık, 10 maddelik bir liste olacak, tam kalbimden gelen.

Önceki Bucket List içinden gerçekleştirdiğim araba kullanmayı öğrenmek, köpek sahiplenmek, Hollandaca kursuna başlamak, Karadeniz’e gidip yaylalara çıkmak, İzmir’e gitmek, Moda’da ev alıp (kiralayabildik ama olsun) döşemek, çiçek, meyve-sebze yetiştirmek, kayak yapılan bir yere gitmek (Cem Yılmaz’ın dediği gibi, fakire tatil yaz tatilidir. Normal zamanda yaptığın şeyleri donla yapabilmektir. Kış tatili zengin işi. Hayatımda ilk defa günübirlik de olsa kayak merkezi gördüm), evime tablolar almak (çoğu eşimin ailesinden geldi, kalanını ben ünlü sanatçıların işlerinden bastırdım) ve söylemiş miydim KÖPEK SAHİPLENMEK beni en mutlu eden gelişmeler oldu. Yukarıdaki fotoğrafı da bu post için çektim, buyrun gerçekleşmiş bucket list örneği.

Bir de evin içinde yaptığımız dönüşümler var o listede olmayan. Sorumluluğunu almak isteyince düzelmeyecek şey yok. İnsan kendine en uygun yolu/yöntemi buluyor.

32 yaşıma ve sonrasına Bucket List

  1. Yazmaya devam et. Yaz yazabildiğin kadar, kendin için, ardında bir şeyler bırakmak, kendini gerçekleştirmek için yaz. Okuyan bir avuç insan olsa da onlara duyduğun minnet için yaz.
  2. Hollandacayı iyice öğren. Kursa gidiyorsun zaten, Hollanda pasaportuna başvurabilecek kadar -hatta daha iyi- öğren kocanın ana dilini.
  3. Utanma artık. Bir dans kursuna yazıl. Dans etmek bana iyi gelecek diye düşünüyorsun yıllardır. Bedenimi mi eleştirirler, grubun hareket ritmini mi bozarım, etrafa negatif enerji mi yayarım diye düşünme. Go for it. Hayat çok kısa.
  4. Son yıllarda edindiğin korku var ya, işte tam olarak onun ne hastalığa ne kazaya ne ecele faydası var. Yaşa. Sigarayı tekrar bırak, hareket et, uçağa bin, konfor alanını terk etmekten korkma. Sen terk ettin diye puf olup uçmayacak.
  5. Para kazanmanın sevdiğin bir yolunu bul. Kendi yarattıklarına bile kulp takma sebebin ‘ben bunu haketmiyorum düşüncesi’ biraz da. Eleştirinin dozunu azalt. Sen de herkes gibi para kazanmayı hak ediyorsun. Elinden gelen para da ediyor üstelik. Eksiklerine değil fazlalarına odaklan. Bir hayat şansı daha geçmeyecek eline. Olan biten bu hayatta gerçekleşecek.
  6. Mor ve Ötesi, Teoman, Fazıl Say gibi dünya gözüyle izlemek isteyeceğin/tekrar izlemek isteyeceğin grupların/sanatçıların konserlerine git. Moda’da yaşıyorsun, Haluk Bilginer’in tiyatrosu burnunun dibinde ve daha nicesi. Ferhan Şensoy’u pandemi öncesi dünya gözüyle, evine 5 dk mesafede görmemiş olsan nasıl üzülürdün. Yeni kulüpler de var mesela, İstanbul’da gece hayatı bitmedi, senin gitmeye alışık olduğun yerler kapandı. Yenilerine git.
  7. Seyahat et, kocanla daha fazla zaman geçir, yurt dışında çalıştığı müddetçe ona katılmaya çalış. O senin için Türkiye-Italya arası mekik dokuyor. Sen de korkularına dur demeyi bil. Uçmaktan korkmak nedir? Ki sen aştın sayılır bunu. Şartlara ayak uydur. Köpeğin, kedilerin sensiz geçen günlerde ölmüyor üzüntüden. Korkma.
  8. Kendini, potansiyellerini evine gömme. Politik doğrucuların, her kafadan çıkan olumlu-olumsuz seslerin gürültüsüne kapılıp kendini unutma. Hedeflerini, niyetinin iyiliğini, faydalı olma arzunu en iyi sen biliyorsun. Paylaştığım varlık hali başkasının yokluğuna denk gelir de acıtır diye düşünme artık, ilham da olabilir. Çıkışın mümkün olduğunu da gösterebilir. Önce sen çıkmayı başar içinden, tekrar tekrar.
  9. Hayatta garanti de lazım ama paran yok. O zaman önce onu kazan. Sonra bir evin, bir araban olsun. Hatta abart, teknen de olsun. Kullanmayı öğren.
  10. Ben yapabilirim dediğinde. Alkolü zaten yara bandı olarak içtiğinden onunla ayrılığın kolay oluyor, sigarayı da tamamen bıraktığında: çocuğun olsun. Neredeyse 6 yıldır evlisin, travmaların gün yüzüne çıktı, etrafa dağıldı, dosyalandı. Sağlamasını da yaptıktan sonra anne olmayı düşünebilirsin. Evet, dünyada yeterince insan var. Evet kaynaklar tükeniyor. Evet, travmalarla yetiştin. Evet, kocana bir şey olursa tek başına yetiştireceksin o çocuğu. Al sana fırsat, yarat kendinin en iyi versiyonunu. Neler yaptın, bunu da yaparsın. Odaklan, dağılma.

Son olarak, sosyal medyada aktif paylaşım yapan biri olarak yıllar içerisinde öğrendiğim ve bana iyi gelen bir şey var: sosyal medyadan uzaklaşıp, bir nevi inzivaya çekilmek. Bu, yaşadığım dünyayı, etrafımdaki güzellikleri yada gerçekliği daha net algılamama, hayatı daha dolu yaşamama katkı sağlıyor. Gördüğüm her şeyin fotoğrafını çekme dürtüsünden kurtulup, gerçekten anın içinde kalabiliyorum. Özellikle benim gibi paylaşmayı seven insanların yenilenmek adına bir müddet bu döngüden ayrılmasının faydalı olabileceğine inanıyorum. Kendime de gelecek için hatırlatma notu olsun bu. Yenilenmek önemli.

Türkiye’de köpekle tatil yapmak

Pandeminin 1. yılında, 4 Mart 2021 tarihinde, 2 yaşındaki 15 kiloluk Border Collie kırması köpeğimiz Merlin ile beraber 20 gün sürecek bir yolculuğa çıktık. Otel rezervasyonlarımızı yoldayken yaptık, bu süreçte çok şey öğrendik. Bu yazıda bizim gibi köpeği ile otel-pansiyon konaklaması yapmayı düşünenlerin işine yarayabilecek deneyimleri ve dikkat edilmesi gerekenleri de içerecek şekilde bu yolculuğu anlatacağım.

Rotamız nasıldı?

  • 4-5 MART: İSTANBUL – ÇINARCIK
  • 6-7 MART: AYVALIK
  • 8-9 MART: FOÇA
  • 10-11 MART: İZMİR MERKEZ
  • 12-15 MART: BODRUM MERKEZ (KUMBAHÇE)
  • 16-22 MART: BODRUM GÜMÜŞLÜK
  • 22-24 MART: İZMİR MERKEZ
  • 25 MART: İSTANBUL
Türkiye'de köpekle tatil yapmak 13

Köpekle yolculuk ederken yanımızda bulundurmamız ve dikkat etmemiz gerekenler

Hem köpeğinizin güvenliği ve konforu hem de seyahat ve konaklama esnasında çevreye karşı sorumlulukları yerine getirebilmek için dikkat edilmesi gereken bir çok şey var:

  • Köpeğin karnesini yanınızda bulundurun, yola çıkmadan aşılarının (kuduz aşısı, iç-dış parazit öncelikli olmak üzere) yapıldığından emin olun. Köpeğiniz başka bir köpekle dalaşabilir (yabancı köpekler konusuna aşağıda değineceğim), ısırma durumunda karnedeki kuduz aşısını ibraz etmeniz gerekebilir. Parazit ilaçlarını vermezseniz pirelenebilir, kene yapışabilir, sokakta yediği bir şeyden ötürü parazit sorunu yaşayabilir.
  • Köpeğiniz kaybolabilir! Çiplemek ve tasmasına üzerinde telefon numarası bulunan bir künye takmakta fayda var,
  • Arabayla seyahat edecekseniz köpek emniyet kemeri edinin,
  • Otellerde konaklarken rahat etmesi, her yeri tüy ve pati izi yapmaması için yanınıza üzerinde uyuyacağı bir yatak/örtü alın,
  • Yanınıza bol bol kaka poşeti alın,
  • Bazı yerlerde ağızlık gerekebilir, yanınızda bulundurmanızda fayda var,
  • Kopmalara, kırılmalara önlem olarak yedek tasma/kayış olursa iyi olur,
  • Yolda kullanımı kolay mama ve su kabı, mamasını unutmayın.
SEYAHAT EDERKEN YANINIZA ALMANIZ GEREKEN ÜRÜNLERİN OLDUĞU TRENDYOL LİNKİNE GİTMEK İÇİN BURAYA TIKLAYIN. 

Yukarıda yazdıklarım haricinde, köpeğinizin eşya parçalama, yalnız kaldığında havlama gibi alışkanlıkları varsa eğer köpeğinizi otel odasında yalnız bırakmamanız, koruma güdüsüyle dışarıdan gelen seslere havlayarak tepki veriyorsa yan yana odaları olan klasik bir otel/pansiyondan ziyade bungalov benzeri kendinize ait alanınızın olacağı yerlerde konaklamanızda fayda var. Bir de tabii tuvalet eğitimi yoksa sık sık gezdirmeniz gerekecek. Unutmayın ki bir çok işletme pet sahipleriyle yaşadıkları kötü deneyimler sebebiyle işletmelerine hayvanların girmesine izin vermiyor.

Köpekle otelde konaklamak

Biz güvenilir olur diye düşünerek Çınarcık’ta kaldığımız aile evinden sonraki ilk durak olan Ayvalık için Booking.com üzerinden ‘pet friendly’ (hayvan dostu) olarak filtreleme yapınca karşımıza çıkan Nil House’a rezervasyon yaparak başladık serüvenimize. (Booking.com Türkiye içi rezervasyonlarda çalışmıyor ancak biz Hollanda hattı kullandığımız için rezervasyon yapabildik.) Nil House’a vardığımızda, pet friendly olmadıklarını ancak başka misafir olmadığı için konaklayabileceğimizi söylediler. İlk durağımızda sorun yaşamadık ama sonrasında yaşadıklarımız bizim için öğretici oldu.

Türkiye'de köpekle tatil yapmak 14
Nil House Ayvalık

NİL HOUSE: Ayvalık merkezde, minik bir pansiyon. Temiz, merkezi, konuksever ancak odalar küçük, manzara yok. Otelde zaman geçirmek isteyenler için ideal değil.

Ayvalık’tayken, 2. durağımız olan Foça için yine Booking.com üzerinde ‘pet friendly’ olan Midilli Konak otelini bulduk. Instagram sayfalarında pet ile konaklamak istiyorsak iletişime geçmemiz gerektiğini yazmışlardı. Mesaj gönderdim ve köpeğimizin yaşı/cinsi gibi bir sürü soru sordular. Bir onay sürecinden geçtik yani. Bu arada Merlin laf dinleyen, otelde kalmaya alışık, kurallara uyan, havlama, eşya parçalama gibi huyları olmayan aşırı uyumlu bir hayvan. O yüzden biz hiç tedirgin olmadan seyahat edebiliyoruz kendisiyle. Bir de Midilli Konak’ın bir kedisi var, Merlin evde de kedilerle yaşadığı için kedi de bizim için sorun değildi.

Türkiye'de köpekle tatil yapmak 15
Midilli Konak’taki odamızın balkonundan

MİDİLLİ KONAK: Eski Foça’da çok tatlı bir karı-kocanın işlettiği, denizle arasında yalnızca bir kaç metre olan, çok tatlı bir otel. Temiz. Kahvaltı dahil, güzel bir menüleri var.

Bir sonraki otel konaklamamız Bodrum’da olacaktı ve bir nevi dananın kuyruğu Bodrum’da koptu bizim için.

İzmir’den yola çıkıp, yine Booking.com üzerinden ‘pet friendly’ aramasıyla bulup, rezervasyon yaptığımız Dorman Suites Hotel’e rezervasyon yaptık. Otele vardık, resepsiyondaki kişi bize köpek alamadıklarını söyledi. Booking sayfasındaki ‘pet friendly’ ibaresini gösterince de yöneticisini aradı. Yönetici ile konuşmalarının ardından telefonu bana uzattı. Telefonun diğer ucunda bulunan yönetici hanıma köpeğimizin otelde kalmaya alışık olduğunu, zaten problemli bir hayvan olsa bu şekilde çok konaklamalı uzun bir seyahat planlamayacağımızı izah etsem de yeterli olmadı. Yakın zamanda çok kötü bir deneyim yaşamışlar, bir odaları köpek tarafından tanınmaz hale getirilmiş, anlattıkça anlattı, pet için ekstra ücret alarak (ki bu normal, bir çok işletme temizlik vs için pet ücreti alıyor) çok dikkatli olarak, ama lütfen çok çok dikkatli olarak konaklayabileceğimizi, kendisinin de köpeği olduğunu, hayvan sevdiğini anlatmaya devam etti. Bir başkasıyla yaşadıkları kötü deneyimin faturasını telefonda uzun uzun kendisini dinlemeye mecbur kalarak bir nevi bana ödetti. Nasıl ki odayı savaş alanına çeviren, her yeri sigara yanığı vs içinde bırakan alkolik bir konuk ağırladıktan sonra gelen her misafire ‘alkolik misiniz, bakın cidden garantiye ihtiyacım var’ vaazı veremeyecekleri gibi, o konuşmanın muhatabı da ben değildim. Rezervasyonu iptal edip, karantinanın başlamasına yarım saat kala yola çıktık.

İLK FİYASKO: DORMAN SUITES HOTEL

Hemen yolda yine ‘pet friendly’ olduğunu iddia eden Manastır Hotel’e rezervasyon yaptık. Karantinaya dakikalar kala vardığımız otelin resepsiyonundaki genç adam ‘köpekle mi kalacaksınız?’ diye sordu. Evet diyince de, ‘köpekle alamıyoruz’ dedi. Booking.com’da pet friendly olduklarını söyleyince, sayfalarına bakmaya bile tenezzül etmeden ‘alamıyoruz maalesef’ dedi tekrar. Karantinaya dakikalar var, saatlerdir araba kullanıyoruz, tuvalete bile gidemedik, bizi bu şekilde gönderecek misiniz? diye bağırarak çıkışınca, ‘bu saatten sonra size zaten yardım edemem!’ benzeri bir şeyler söyledi yanındaki diğer resepsiyonist gencin de onayıyla. Arada gidip yöneticilerine de danıştılar güya, tenezzül edip ortaya çıkmadı yönetici kişisi de. Sonra bu olayı Instagram’dan paylaşınca, oradan yarım ağız özür dileme ama bir yandan da ‘siz de bağırmışsınız’ göndermesiyle yanıt verdiler. Sorumluluk almayan, karantinaya dakikalar kala rezervasyonu olan misafiri özür bile dilemeden kapının önüne koyan, Türkiye sınırlarında karşılaştığım en rezalet işletme olarak anılarımda yerini aldı kendileri.

KAPISINDAN BİLE GEÇMEYİN: HOTEL MANASTIR & SUITS

Oradan çıkınca hemen yakında, tam merkezde olan Gület Otel’i bulduk yine Booking.com’dan ve bu defa rezervasyon yapmadan telefon ettik. Köpeğimizle geleceğiz diyince, tabii ki pet friendly otelimiz yanıtını aldık, tek bir soru bile sormadılar. Gerçekten pet friendly olan, Bodrum Kumbahçe’nin merkezinde, manzaraya karşı keyifle konakladığımız, köpeği gerçekten doğal karşılayan ilk otel oldu Gület. Çok memnun kaldık.

GÜLET OTEL: Bodrum (merkez) Kumbahçe’de, üst kattaki balkonlu odaları enfes, temiz, personeli güler yüzlü, kahvaltı dahil ancak çok da iyi değil.

Sonraki durağımız ise Gümüşlük’teki Metin’s Gümüşlük oldu. Bu defa otel aramasını Booking.com yerine Hotels.com üzerinden ‘evcil hayvan dostu’ filtresi ile yaptık, kendilerine telefon edip köpeğimizle geleceğimizi söyledik ve yine Gület Otel’de olduğu gibi sorgusuz sualsiz misafir edildik.

METİN’S GÜMÜŞLÜK: Manzaraya karşı bungalovlar, cennet parçası Gümüşlük’te, insanaın ömrünü uzatacak güzelllikte manzaraya sahip bir işletme. Kahvaltı dahil (çok iyi değil). Mutfaağı var, temiz, çalışanlar güler yüzlü, sahile 3-4 dk yürüme mesafesinde. Köpekle en rahat ettiğimiz (Gület Otel’de de çok rahattık ama burası Doğa içinde olduğundan bi tık daha konforluydu) konaklama burasıydı. Bir daha gitsem yine burada kalmak isterdim.

KÖPEKLE SEYAHAT EDERKEN OTEL REZERVASYONU NASIL YAPILMALI?

Yukarıda anlattıklarımdan Türkiye’de köpekle tatil yapmak konusunda çıkardığımız sonuç şu:

  • Öncelikle ‘pet friendly’ filtresi ile otel araştırması yapmak,
  • Bulduğumuz oteli telefonla arayarak köpek ile seyahat ettiğimizi söylemek (telefon görüşmesinde ne kadar ‘pet friendly’ oldukları anlaşılıyor,
  • Fiyat bilgisini telefonda almak (genelde sitelere nazaran daha uygun oluyor) sıralamasıyla hareket ederek sonradan yaşanabilecek tatsız durumların önüne geçebiliyoruz.

Köpekle seyahat ederken diğer köpeklerle iletişim

Seyahat sürecince yaptığım paylaşımlara gelen yanıtlardan anladığım kadarıyla bir çok kişi yabancı yerlerdeki sokak köpeklerinden çekiniyor. Hepimizin karakteri, hayvanımızın karakteri birbirinden farklı. Ben burada ancak kendi yöntemimden bahsedebilirim. Merlin sokak hayvanı nüfusu kalabalık olan Moda’da büyüdü, seyahat etmeye, başka hayvanlarla karşılaşmaya alışık. Sakin ve oyuncu bir doğası var. Ben onu bebekliğinden itibaren diğer köpeklerle tanışmaya, üzerimize havlayarak gelen bir köpek varsa önce o köpeği ben konuşup, severek yaklaşmaya alıştırdım. Sokak köpekleri tamamen bir alan savunması güdüsüyle yabancı köpeğe havlayabiliyorlar. Bazen toplanıp, havlayarak takip etmeye, köpeğe göz dağı vermeye, hatta ısırmaya çalışabilirler. Korkarsanız, bunu hem kendi köpeğiniz hem de sokak köpekleri hissedeceğinden tatlıya bağlamak zorlaşabilir. Önce iletişim kurmaya çalışmak, çok çok zor durumda kalınırsa da yanınızda bir su şişesi bulundurup, biraz suyla uzaklaştırmaya çalışmak çözüm olabilir. Unutmamanız gereken, bu köpeklerin %95 gibi bir kısmı ısırmaya değil, ‘yabancı burası bizim bölge, aklını alırız’ demeye geliyor. Tanışınca sorun kalmıyor.

Son olarak:

Biz pandemide ve köpekle seyahat ettiğimiz için restoran/müze/tarihi yer vs önerisinde bulunamıyorum ancak deneyimleyip memnun kaldığımız 2 yerden bahsetmem gerekirse:

YULA- BODRUM: Kalbimi denize sıfır bu beach barda bıraktım. Elektronik müzik, kum üzerinde masa-sandalyeler, harika renkler ile birlikte pandemi sonrası en harika 1-2 saati burada geçirdim.

Türkiye'de köpekle tatil yapmak 21

TOPÇU – İZMİR: Zamanında Zeki Müren’in gidip ünlü olmasına vesile olduğu, içinde bir sürü ünlünün fotoğrafı olan, harika bir kebapçı/restoran burası. Kaliteli ve çok da pahalı olmadan yemek yemek için kesin gidilmeli.

2020 Z Raporu

2020’ye girerken ‘2020 Bizim Yılımız Olsun’ diye bir yazı yazıp paylaşmıştım. Aradan biraz zaman geçip de 2020’nin tarihte kara bir yıl olarak anılacağı anlaşılınca da silmiştim o yazıyı, gezegen olarak verdiğimiz sınavın yanında çok küçük görünmüştü içeriğindeki dertler ve dilekler.

Sonuç olarak iyisi ve kötüsüyle geçti gitti ömrümüzün hem en uzun, hem en kısa yılı. Benim 30. yaşıma denk geldi ve neyse ki öncesinde yurt dışında yaşadığım dönemde arka arkaya geçirdiğim kötü yıllara benzemedi. Tüm dünya durduğu için durmaya mecbur olmak, yıllardır üzerimde hissettiğim hayatın ‘koş’ baskısını ortadan kaldırdı. Bu da bana iyi geldi, üzerimde iyileştirici bir etkisi oldu.

Burada şöyle bir not düşmek isterim:

Pandemi sebebiyle sevdiklerini kaybeden, iş-aş konusunda sıkıntı yaşayan, yıllarca emek verdiği dükkanını kapatmak zorunda kalan, maaşları yatıramayan, kirasını ödeyemeyen çok kişi var biliyorum. Ben yalnızca elimizde olmayan bu durumun içerisinde kendi yolculuğumdan bahsedeceğim bu yazıda yanlış anlaşılma olmasın.

2020 Z RAPORU

Bütün günleri birbirine benzeyen bir yıl olduğu için herhalde, arada farklı olarak yaşadığım hemen her şeyi net hatırlıyorum. Belki o yüzden çoğu karantinayla geçmiş bir yılda çok fazla şey yaşamışım gibi geliyor.

Ocak yada Şubat ayıydı, Bahariye’de bir yerde oturuyorduk, haberlerde Çin’de yayılan bir virüsten bahsediliyor, yolda yürürken yere düşüp ölen insan görüntüleri paylaşılıyordu. O günler giderek büyüyen bir kara bulut gibi sardı etrafımızı.

ALINAN KİLOLAR, PSİKOLOJİK YOLCULUK & ALINAN AKSİYONLAR

2017’nin ortalarında 63 kiloyken taşındığım Lizbon’dan, 2019 ortalarında 76 kilo civarı dönmüş, üstüne Temmuz 2019’da aşırı kaygı bozukluğu sebebiyle kullanmaya başladığım Prozac’ın da etkisiyle kısa zamanda 83 kiloyu görmüştüm. ‘Buna bir çare bulmalıyım’ diye düşünürken 2019’un Kasım ayında Instagram’da ‘Sağlıklı Yaşam Koçu’ diye geçen Erhan Hoca çıkmıştı karşıma. Kişiye uygun egzersiz ve beslenme listeleri vererek, Whatsapp üzerinden günlük raporlar alıp yönlendirmeler yaptığı bir online koçluk hizmeti bu. Hah! dedim aradığımı buldum ve 3 aylık üyelik satın aldım. Hocanın istediği plates topunu, ağırlıkları, detoks çayı malzemelerini aldım ve başladım programı takip edip, hocaya rapor vermeye. Bir müddet devam ettim, sonra Aralık ayında üst üste 2 kere Hollanda’ya seyahat ettim, düzen bozuldu derken yeni yılı hiçbir değişiklik olmadan 83 kilo karşıladım.

Ocak ayının bendeki özeti, azalsa da hala yüksek derecede kaygılı, iştahı aşırı açık, sigaraya yeniden başlamış, egzersize yada hayattaki bir çok şeye motive olmakta zorlanan, kendinden memnun olmayan bir insandan ibaret. Ama bu durumun da farkında olduğumdan bir çabalama endişesi de üzerine eklenmiş durumda. O dönem kediler ve hayatımıza yeni eklenmiş olan köpeğimiz Merlin, bir de okuduğum kitaplara sarılır durumdaydım.

Kasım ayında başlanan zayıflama yolculuğu yeni yıla girdiğimizde de sonuç vermeyince, kendimde bir değişiklik yapayım, belki yenilik iyi gelir diye düşünerek öneri üzerine Kadıköy’de Bir Nefes İstanbul diye bir yerde kaş kontürü ve kalıcı dipliner yaptırdım. Kaş kontüründen memnun kalsam da, diplinerın gözümde yarattığı etkiden hiç memnun kalmadım. ‘Şimdi bu ne alaka?’ demeyin, Erhan Hoca ile olan online koçluk deneyimini ilk deneyim sayıp, kalıcı makyajın istenilen etkiyi vermemesini ona ekleyin, yazının devamında bir çok ‘influencer’ın övdüğü şeyleri deneyimleyip, onlardan da aldığım sonuçları kişi ve kurum isimleriyle anlatacağım.

Sonra Şubat geldi. Pandeminin artık hissedilmeye başlayan etkisiyle eşimin 9 Şubat’taki doğumgünü için hediye olarak Volkswagen Arena’ya gelecek olan Stavroz konserine bilet aldım, Mart sonuna kardeşime sürpriz yaparak vizesiz gidilebilen Makedonya için ikimize bilet aldım, yine bu dönem Kartepe‘ye giderek hayatımda ilk defa bir kayak merkezine adım attım. Mart ayında bu sefer benim doğum günümde eşim Bostancı Gösteri Merkezi’ndeki Evgeny Grinko konserine bilet aldı.

Bu dönem aslında evin ve hayatımızın idaresini sağlayan gelirinden sorumlu olan eşimin çalıştığı hava yolu şirketinin alacağı kararları bilmediğimiz, bir çok şirketin işten çıkartmalara hatta batma sinyalleri vermeye başladığı, stresli de bir dönemdi. Felaketlere gebe olduğu belli olan bu dönem, ‘tamam o zaman dikkatli olup evde oturalım’ demek yerine yukarıda bahsettiğim konserlere gitmezsek, kardeşimle o seyahate çıkmazsam belki bir daha o fırsatları bulamayacağımı hatırlattı bana. (Burada hatırlatmak isterim ki, uzunca bir süre mücadele ettiğim anksiyete bozukluğu tedavisinin göbeğindeydim bunların olduğu dönem. Kalabalığa girmekten korkarken konserlere gitmeye, uçağa binmekten korkarken kendim seyahat planlamaya başlamamın sebebi sanıyorum kendi yarattığım korkuların yerini pandeminin yarattığı gerçek tehdit aldı ve fark ettim ki korkular geçsin diye beklerken hayat geçip gidecek ve bu hayatın bir alternatifi yok.

VE KARANTİNALAR BAŞLAR

Mart sonuna doğru ilk karantinalar başladı sanıyorum. Tam o dönemde Moda’da sokağa bırakılan Fatoş’u (köpek olur kendisi) mahallemizin hayvan koruyucusu Mine kısırlaştırmaya karar verip, ’10 gün evde bakılması lazım, sen üstlenir misin?’ diye sorunca karantinaya girişi evde 2 köpek ve 2 kediyle yaptık.

https://www.instagram.com/p/B_hPAJFJkzv/?utm_source=ig_web_copy_link

Sonrası Nisan, karantinada köpek gezdirme, 1.5 yıldır tamamlayamadığımız ev eksiklerini tamamlama, yemek yapma, kitap okuma, film izleme, normalde işi için sürekli İtalya’ya gidip gelmesi gereken eşin evde olması ve bunların pozitif etkisiyle pandemiye rağmen hayata dair umutlarımın artması şeklinde ilerledi. Ölümün, maddi ve manevi kayıpların bir anda yaşanabilecek olması gerçeği bu defa korkutmadı, aksine bana ‘o zaman günü en iyi şekilde yaşamalı’ düşüncesini geri getirdi.

Tam bu dönemde kendimi iyi hissederken Instagram sayfasındaki tüm eski içerikleri silerek, hayatımda yükselen dingin iyilik halini paylaşmaya başladım. Anlatmak, yanıt almak, paylaşmak zaman içinde beni hayata bağlayan en önemli kanal haline geldi.

https://www.instagram.com/p/B_h5dccJdgR/?utm_source=ig_web_copy_link

MAYIS: YÜKSELİŞ BAŞLASIN

Bana bir güç kuvvet geldi! Tekrar tekrar başladığım sigarayı yine yerine elektronik sigara koyarak bırakıp, bıraktığım tarihi de koluma dövme yaptırdım (16 Mayıs).

https://www.instagram.com/p/CAQLZ2epaIB/?utm_source=ig_web_copy_link

Bir karantina tarihine denk gelen 27 Mayıs akşamı Merlin’i gezdirirken, dünyanın en çatlak sokak kedisi peşimize takılıp, 15 dk kadar bizimle yürüyüp eve geldi. Biz de adını Nefertiti’ye ithafen Titi koyarak kendisini hayatımıza kattık, yetmedi 29 Mayıs’ta Ağva‘nın bence en özel tatil köyü olan Woodyville‘e Titi’yi de alıp gittik. 2 gün diye gittik, 1 hafta kaldık. Koca tatil köyünde tüm hafta içi bir tek biz konakladığımız için adeta cennette bir hafta geçirmiş gibi olduk.

https://www.instagram.com/p/CAxvtsbpCU8/?utm_source=ig_web_copy_link

Ve bu tatile çıkmadan önce Mayıs başında terapistimin desteğiyle girdiğim Prozac’ı bırakma deneyimim, tatil öncesi ilacı tamamen kesme aşamasına gelmemle sonuçladı. Bir daha o korkuları yaşamamak için ömür boyu kullanmayı göze alırım dediğim antidepresan tamamen hayatımdan çıkmış, başta biraz bocalasam da anlaşılan onsuz yaşayabilecek kadar güçlenmiştim.

HAZİRAN: YENİ NORMAL

Şimdi geriye dönüp de bakınca çok da uzun bir süre değil, Mart sonundan Haziran başına kadar, yalnızca 2 ay süren sakinlikte yıllarca toplayamadığım gücü toplamışım. Kendimi bitkiye, hayvana, kitaba adamak, diğer her şey yok olunca çiçekçiden bir demet çiçek alıp bir vazo içinde masaya koymanın verdiği mutluluğu deneyimlemek, hayatımda ilk defa İstanbul’da bir baharda doğada olan biten tüm değişimleri fark edebilmek bana iyi gelmiş.

https://www.instagram.com/p/CADft30JJz1/?utm_source=ig_web_copy_link

6 Haziran günü rahat batmasıyla bu sefer de burun dolgusu yaptırıp burnumu havaya kaldırtma amacıyla kendimi Bağdat Caddesi’ndeki Flora Klinik‘te buluyorum. Dolgu yapılıyor, kalan dolguyu 1 hafta sonra rötuş yapmak üzere bana veriyorlar, Kadıköy’e dönüp, bişiyler içelim diyoruz (çünkü mekanlar tekrar açılmış ve ilk defa gidecek cesareti buluyoruz.) Diyorum ki sigarayı bıraktım ama sadece içki yanında içmelik tütün alsak? Alıyoruz. Hem o dolgu burnumu sadece şişirdiğiyle kalıyor, hem de sigaraya yeniden başlamış oluyorum.

https://www.instagram.com/p/CBGdQndAJd9/?utm_source=ig_web_copy_link

Ucu azıcık düşük ama zarif olan burnum, ucu azıcık düşük top gibi bir buruna dönüşüyor. Daha sonra evdeki dolgunun üzerine baktığımda bir de tarihi geçmiş dolgu uygulandığını görüyorum. Klinikle iletişime geçiyorum, neyse ki fiziken bir zarar görmüyorum, yaptığım ödemeyi iade ediyorlar. Dipliner ile yaşadığım hüsranın bir tık üstünü de burun dolgusu sebebiyle yaşıyorum ama maceramız burada sonlanmıyor:)

İŞ BAŞVURUSU

Hala Haziran ayındayız. Evden yaptığım freelance işler haricinde artık bir kurumun parçası olarak çalışacak gücü topladığımı düşünüyorum ve tesadüfen IDEA Universal Derneği‘ne part-time ekip arkadaşı aradıkları bir ilanla karşılaşıyorum. Gönderdiğim maillere yanıt alamayınca, bir şekilde dernek kurucusu Hayri Dağlı ile iletişime geçiyorum. Görüşmeler yapılıyor, sürdürülebilir kalkınma alanında çalışan bir Sivil Toplum Örgütü’nün bir parçası olma fikri içimi umutla dolduruyor.

Uzunca bir süre yanıt bekliyorum, Haziran & Temmuz o bekleyişle geçiyor ama beklediğim yanıt bir türlü gelmeyince bu sefer tüm hayatım boyunca yazları gidip uzun uzun kaldığım ama yıllardır bu ritüeli gerçekleştiremediğim anneanne evine gidiyorum Çınarcık’a, yanıma Merlin’i de alıp Ağustos başı. Bunun hemen öncesinde de zayıflama isteğiyle yeni bir adım atıp, eve her gün kalori hesabı yapılmış hazır yemek getiren Rafinera‘dan 15 günlük üyelik alıyorum. Ve tabii ki Çınarcık’a gidince o da yarım kalıyor, hala alacağım var kendilerinden.

https://www.instagram.com/p/CDgYK0LgSmk/?utm_source=ig_web_copy_link

Dernekten umudu kesmişken Çınarcık’tayken haber geliyor, tam zamanlı İletişim Koordinatörü pozisyonu teklif ediliyor. Full time çalışmayı hiç düşünmemiş olsam da iş beni çok heyecanlandırdığı için kabul ediyorum. İstanbul’a dönerek iş başı yapıyorum.

Tam işe alışma arifesindeyken eşimin ailesinin çok önceden planladığı aile tatili için önce Hollanda’ya, oradan Fransa’ya gidiyorum. Eşimin bir kız kardeşi var ve anne babaları çocukluklarından beri her yıl onları özel bir ‘aile tatili’ne götürürmüş. Bu geleneklerini hiç bozmadılar, içine çocuklarının partnerlerini de eklediler ve bu şekilde devam ediyorlar. 2021 tatilinin rezervasyonunu 1-2 gün önce yaptılar mesela. Bu arada eşimin ailesi zengin değil, orta halli bir aile ama öncelikleri daima aileden yana. Hollandalıların çoğunda olan bu güçlü aile bağından hala çok şey öğreniyorum.

https://www.instagram.com/p/CEXHIlhgKCd/?utm_source=ig_web_copy_link

Eylül başı İstanbul’a, işimin başına dönüyorum. Ofisin çok güzel bir bahçesi var, genelde oradan çalışıyoruz ve ben dahil herkes götürü işi almış gibi sigara içiyor. Tam 1 ay sonra, 2 Ekim tarihinde evdeki bütün tütün mamüllerini imha ederek, elektronik sigaraları ortadan kaldırarak sigarayı bırakıyorum ve sürekli bir şey tüttürme ihtiyacı olmadan yaşamaya başlıyorum, 14 yaşımdan beri ilk defa (daha önceki bırakmalarımda elektronik sigara kullandığımdan bahsetmiştim, tüttürme alışkanlığı devam edince normal sigaraya tekrar başlamanın bir zayıflık anına bağlı olduğu kanısındayım artık.)

https://www.instagram.com/p/CD9IzPOglM1/?utm_source=ig_web_copy_link

Eylül ayına ek olarak, yukarıda bahsettiğim anneanne evine yazları ben gidemeyince haliyle eşim de hiç gidememiş, anneanne balkonunda, anneanne bahçesinden toplanan mis kokulu domateslerle edilen kahvaltıları, o evin sıcak, samimi rutinlerini deneyimleyememişti. Eylül’de bir hafta sonu birlikte gittik. İyi ki gitmişiz, anneannem o ev ve ekip biçtiği bahçesiyle baş etmek artık zor geliyor diye apartman dairesine taşındı yakın zamanda. Bilsem bu yaz daha uzun kalır, daha çok zaman geçirirdim orada…

Eylül toparlandı gitti işte, Ekim filan da gider bu gidişle

Bu süreçte dernekteki işimi seviyorum ama aynı zamanda işlerin yapılış biçimine, süreçlerin işleyişine adapte olmakta, ayak uydurmakta zorlanıyorum. Programlı ve organize çalışamazsam paralize olma ve sürekli iş düşünme gibi bir handikapım var. Acaba bu iş için uygun değil miyim, bu iş bana göre değil mi? diye düşünüyorum, bir yandan çalışmaya devam ediyorum.

Ofise gitmeden çalışma imkanı tanındığı için 8 Ekim tarihinde 4 günlüğüne Sığacık’a gidiyor ve kaçmak üzereyken saçlarından yakalıyoruz yazı. Denize girmek mükemmel ama aldığım kilolar sebebiyle kendimi çıplakken insan içinde hiç rahat hissetmiyorum. (Gitmeden hemen önce de yıllarca emek verip, bekleyip kendi rengine döndürdüğüm saçlarımı sapsarı boyatıyorum)

https://www.instagram.com/p/CGHaz92gmAi/?utm_source=ig_web_copy_link

İstanbul’a dönüp bu sefer mide balonu ile zayıflama konusunu araştırıyorum. Üsküdar’da bir hastanenin başhekimi de olan bir cerrahtan randevu alıyorum ön görüşme için. Kendisi bana ‘kilo olarak sınırın altındasın ama istersen ameliyat da yapabilirim’ diyerek etik ve muhtemelen yasal bile olmayan bir teklifte bulununca aklım başıma geliyor.

Yeme ile olan ilişkimi bir türlü düzeltemediğimi terapistimle paylaşınca bana psikoloji alanında da eğitimli Uzman Diyetisyen Pırıl Duru‘yu tavsiye ediyor. 7 Kasım tarihine görüşme için randevu alıyorum, yaklaşık 2 saat süren görüşmeden Sezgisel Yeme konusuna giriş ve hangi gıda, hangi kombinasyonlarla, ne kadar tüketilirse ideal benzeri yönlendirmeler alıyorum. En başta bahsettiğim sağlıklı yaşam koçu gibi Pırıl hanım da günlük rapor istiyor, bir de 4 haftalık paket aldığımdan, sonrasında süreç hakkında konuşmak için 3 zoom görüşmesi planlama hakkım oluyor. Sonuç olarak bilin bakalım ne oluyor? Ben bunu da içselleştiremiyorum. Tek tesellim 2020 Ocak ayında 83, Kasım ayında 83,5 kiloyum. En azından kilo almamışım diye düşünürken sezgisel yeme fikrini manipüle etmem ve belki biraz da sigarayı bırakmanın verdiği etkiyle kilo almaya başlıyorum.

ARALIK AYI VE YILIN EN GÜZEL GELİŞMESİ

Doğaya kaçma fikriyle Kasım sonunda Kocaeli’ne gidiyoruz 1 haftalığına. Benim rüyalarıma giren, en net hatırladığım çocukluk hayallerimden biri araba kullanmak. Ehliyetimi 21 yaş civarı almış olsam da hiçbir zaman araba kullanmayı tam olarak öğrenecek fırsatım olmadı. Kocaeli’nde geçirdiğimiz bu bir haftada çocukluktan yetişkinliğe taşıdığım bir hayalimi gerçekleştiriyorum ve araba kullanmaya başlıyorum. Benim şansıma araba Kocaeli’ndeyken bozulma sinyalleri veriyor, İstanbul’da da bir kaç kere trafiğe çıktıktan sonra tamamen bozuluyor ve kendisini tamirciye bırakıyoruz (hala da geri alamadık.)

https://www.instagram.com/p/CIPrXC-A-79/?utm_source=ig_web_copy_link

Bu arada dernekle yaşadığım uyum sorununu çözemeyeceğimi düşündüğümden bırakmak istediğimi bildiriyorum. Üst üste yığılan, uzun süre olduğu haliyle kalan küçük küçük işler içimde büyük bir sıkıntı haline geldiğinden, hayatta iş dışında hiçbir şey düşünemez hale geliyorum. Kitap okuyamıyorum, film izleyemiyorum, salonda otururken denize bakıp, müzik eşliğinde kahve içmek gibi rahatlamama yardımcı olacak, anda kalabileceğim hiçbir şeye odaklamıyorum. Kendimi aksi söylense de başarısız ve mutsuz hissediyorum. Bu da türlü zorlukla mücadele ettikten sonra tekrar sıkı sıkı sarıldığım hayatın tekrar ellerimden kaymasına sebep olabilecek gibi geliyor.

Çalıştığım 4.5 ayda bir sürü güzel insanla tanışıyor, bir çok şey öğreniyorum. Nihayetinde kısa ama bana çok şey katan bir deneyim oluyor.

Aralık ayının son günlerinde merdivenlerde ayağım kayıp düşünce yeni yıla acılı ve ağrılı, dünya yıkılsa bakımlı ve ojeli olan tırnaklarımın da bir çoğu kırık giriyorum. Neden? Çünkü herkesin aşırı övdüğü kalıcı ojeyi farklı zamanlarda 2 kere denemiş olmak tırnaklarımı aşırı zayıflatmış. Kıyafet vs alış-verişi bütçelerini güya kendime mutlu edecek uygulamalara/hizmetlere yatırıp bayağı hüsran yaşıyorum. Ha bir de yeni yıla 91.6 kilo girerek kişisel rekorumu kırıyorum.

KISACA 2020 EN’LERİ

  • En sevdiğim Kitap: Kendin Olmanın Dayanılmaz Hafifliği
  • En çok güldüren film: Dinner for Schmucks
  • Seyir keyfi yüksek dizi: Hollywood
  • Mutlu eden rutin: Kahve eşliğinde sabah yürüyüşleri
  • Kendimde keşfettiğim ve üzerine çalıştığım: Düzen takıntısı
  • Alınan dersler: Kalıcı oje, burun dolgusu gibi uygulamalar yerine kendin için daha güzel şeyler yapabilirsin.
https://www.instagram.com/p/CF-dkjsAtKW/?utm_source=ig_web_copy_link

DEĞİŞİMİN YILI 2021

  • Öncelik: normal kilolara dönmek. Aksiyon (Günde 10.000 adım, min 2 lt su, 16:8 aralıklı oruç, şekersiz ve alkolsüz bir hayat düzenini oturtmaktan oluşan plan) alındı, konu hakkında planlarım var. Psikolojik boyutunu anlamak için Aşırı Yemeyi Yenmek isimli ‘kanıtlanmış kendini durdurma rehberi’ni okuyorum,
  • Günlük hayatımın içine DUOLİNGO üzerinden eşimin anadili olan Flemenkçe kursunu tekrar dahil etmeyi,
  • Kitap okumak, müzik dinlemek, yazmak, hayvanlarla ve doğayla ilgilenmek, online konserler/oyunlar izlemek, faydalı zoom etkinliklerine katılmak, bunları yaparken de ayaklarımın üzerinde durabilecek, kimseye muhtaç olmayacak kadar para kazanmayı planlıyorum.
  • Bir de araba kullanmayı tam kıvırırsam eğer, kendimin, hayvanlarımın ve sevdiklerimin de sağlığı yerindeyse 2021 ömrümün kendimi en iyi tanıdığım, başkalarının düşüncelerini hesaba katmadan kendim için yaşadığım altın yılı olabilir, o potansiyeli görüyorum kendisinde.

Yaşadıklarımı çok yorumlamadan, kronolojik sırayla, hem kendime bir özet, hem de içinde ilginizi çeken konular varsa eğer üzerine konuşabiliriz diye düşünerek yazdım.

Son olarak, kulağa ne kadar klişe gelse de 2020’de sürekli aklıma gelen, yılın yıldız cümlesi seçebileceğim bir şarkı sözü var:

Korkarak yaşıyorsan sadece hayatı seyredersin

Herkese hayallerine ve kendine sıkı sıkı tutunacağı bir yıl dilerim ♥

Anksiyete Bozukluğu, Terapi Süreci ve Prozac Günlüğü

Nasıl anlatsam, nerden başlasam? Bu yazıyı okumaya geldiysen eğer muhtemelen sen de aynı dertten muzdaripsin. Damdan düşenin halinden damdan düşen anlar diyerek anksiyete bozukluğu ile verdiğim sınavı olduğu gibi aktarmaya çalışacağım. Başlarken ilk tavsiyem kendini suçlamayı, iyi hissetmek için zorlamayı bırak. Bu süreçte kendini anlaman, kimseden beklemeden kendi kendine şefkat göstermeyi öğrenmen gerekecek. Kimse durduk yere büyütmüyor korkuları içinde. Hepimizin öyküsü kendine has ve biricik, neler oldu da yolumuz korku tünelleriyle bezendi, önce bir onu anlamak lazım.

‘Stresten herhalde’ diyip geçtiğim dönem

Çalkantısı, huzursuzluğu bol bir evde doğup büyüdüm. Kol kırılır yen içinde kalır düsturuyla büyütüldüğümüz ve ailecek yakınen görüştüğümüz pek kimse olmadığı için yaşadığımız anormallikler yetişkin bir insan olana kadar normal geldi bana. Kıyaslayıp ‘ha bunun ideali böyle olur’ diyebileceğim bir örnek yoktu önümde yada oturup ev içinde olup bitenleri kimseyle tartışmadım. En fazla kitaplarda okuduğum alternatif yaşam öykülerini biliyordum, gerisine yabancıydım.

Çocukluktan itibaren hep özgür uçan kuş imajı gelirdi gözümün önüne geleceğe baktığımda. Tercihlerimi de hep o yönde yaptım. Henüz 17 yaşındayken üniversiteye başladığımda öğrenci evinde tek başıma yaşamayı deneyimledim. Maddi anlamda ailemi zorladığı için stres yaşadığımı hatırlıyorum ve aynı dönem mide ağrıları için tedavi gördüğümü. O dönemde de, sonrasında da kendimi cesur ve güçlü hissettiğimi hatırlıyorum. Bir tek aile içinde yaşanan huzursuzluklar ruhsal durumumu zaman zaman bozuyor ancak uzaklaşınca hayatıma devam edebiliyordum.

Böyle böyle yıllar geçti, 24 yaşında şu an eşim olan kişiyle tanıştım, peşinden dünyanın öbür ucuna gittim, zor bir ilişkiyi karşılıklı çabayla yürütmek için uğraşırken yine aile problemleri çıktı önüme. İlk çarpıntıları, çığlık atarak ortamdan kaçmaya çalışmaları, büyük çaresizlik hissini kendi hayatımı kurmak için çabaladığım o dönem deneyimledim ama hemen ardından İstanbul’da bir hayat kurmayı başarınca geçti gitti.

Anksiyete Bozukluğu İle Tanışma

2017’nin ortalarında Lizbon’a taşındık. O zamana kadar gitmeler, uzaklaşmalar bana hep iyi gelmişti ama bu sefer kalıcı olarak, eşimle beraber yeni bir hayata adapte olmak üzere gitmiştim. Hep heyecanla, hayallerle çıktığım yola bu sefer aklımda bir sürü soru işaretiyle ama çok da endişelenmeden çıktım. O zamana kadar daima aktif olan, çoğu zaman durup düşünmeye zaman bulamadığım (ah zaman bulsam neler yaparım dediğim) hayatımı geride bırakıp, kendimle baş başa kaldım.

İçinde İngilizce konuşulan bir ev, Portekizce konuşulan sokaklar ve 27 yıllık birikimini hiç susmadan önüme döken kafamın içi ve ben. Hayatımda ilk defa her geçen gün cesaretimi kaybettiğimi, güçten düştüğümü, hayat enerjimi yitirdiğimi fark ederek geçirmeye başladım günlerimi.

Şöyle bir aşamadan geçtim:

  • Hiç geçmeyen bir iç sıkıntısı hali, hiç mutlu olamama ve bir daha mutlu olamayacağına dair inanç,
  • Maddi sıkıntı çekiyoruz ama para konuşmak beni perişan ediyor, konu derinleştiği zaman bağırarak kaçıp ağlamaya başlıyorum. Bu zaman içinde hassaslaştığım başka konularda da böyle olmaya başladı,
  • Uçağa binmekten korkmaya başladım,
  • Evde yalnız kalmaktan, hastalanmaktan, sevdiklerimin ölmesinden hatta geceleri çocuk gibi görünmeyen şeylerden korkup uykusuz kalmaya başladım…
  • Üstüne bir de ölüm korkusu eklendi.

Hatta zaman içinde öyle bir hale geldi ki, ben değil yolda yanımdan geçen, televizyonda gördüğüm, radyoda dinlediğim herkes aynı ızdırapla yaşıyormuş gibi gelmeye başladı. Aynalara küstüm, hareket etmeyi kestim, kilo almaya başladım. Zamanım olsun yaparım dediğim hiçbir şeyi yapamadım, kitap bile okuyamadım çoğu zaman. Durdum ve geçmesini diledim. Geçmedi.

Bir gün yalnız başıma otururken çocukluktan beri yaşadığım travmatik olayları yazmaya karar verdim. Bir yandan ağlayıp bir yandan yazdım. O dönem eşim adapte olamadığım için o hale geldiğimi düşünüyordu, ben tek sebep o değil diye düşünsem de tam olarak ne olduğunu bilmiyordum. Takip eden günlerde Ekşi Sözlük’te tesadüfen ‘Anksiyete Bozukluğu’ diye bir başlıkla karşılaştım. Hemen psikolog olan bir arkadaşıma yazıp ben böyle böyle bir hal içindeyim, anksiyete bozukluğu olma ihtimali var mıdır? diye sordum. Bana bir test gönderdi ve test sonucuna göre terapiye başlamam tavsiyesinde bulundu.

Terapi Süreci

Bir arkadaşımın tavsiyesiyle Şema Terapi uygulayan bir terapistten randevu aldım. İlk seansı yüz yüze İstanbul’da yaptık. Lizbon’a taşındığımızdan beri cadı kazanı gibi kaynayan kafamın içindeki her şeyi, çocukluktan yetişkinliğe yaşananları teker teker ele alıp, korkuların kaynaklarını, anksiyeteye sebep olan yanlış ilişki biçimlerini (özellikle çekirdek aile içi) çözümlemeye çalıştık. O dönem terapistimin tavsiyesiyle bu linkte görebileceğiniz Hayatı Yeniden Keşfedin kitabını okuyarak terapiyi kendine yardım kitabı ile destekledim. İlk 6 ay tam bir travma kazısı gibi geçti.

Bende anksiyete, yoğun çalıştığım, hiç boş zamanımın olmadığı, hayatta kalmak için sürekli mücadele ettiğim 27 yılın ardından ilk defa beni seven, bana bakan bir eş ve boş zamanla kaldığımda baş gösterdi. ‘Cesur ve güçlü’ kalkanına gerek kalmayınca gardım düşüverdi ve bir yüzleşme gerekti. Yakın ilişkileri yeni baştan tayin etmek, üzerime vazife olan ve olmayan şeyleri sınıflandırabilmek, bazı travmaları hatırlayıp, anlamlandırıp, olaylarla vedalaşmak (o dönem hatırlayıp hatırlayıp dengemi şaşırdığım travmatik anıları şu an hatırlamak için kendimi zorlamam gerek mesela) açısından terapinin büyük faydasını gördüm. Çalışırken ne kadar kontrollü ve başarılı olursam olayım, iş görüşmelerinde yaşadığım panik olup kendini yukarıdan izleme halinin aslında kaygı bozukluğundan ileri geldiğini, bazen ortaya çıkan karın ağrısı yüzünden kanser miyim diye yada kalp çarpıntılarım yüzünden kalp krizi mi geçireceğim diye doktor doktor gezmeden önce kendime ‘şu an beni strese sokan bir durum var mı?’ diye sormam gerektiğini öğrendim.

Özetle, kaygı bozukluğu yaratan bazı kaynakları kurutup, kalanlarla da savaşmak için gereken silahları terapi sayesinde edindim. Şema Terapi bende işe yaradı. Durumu olanlara destek almalarını, olmayanlara da en azından bir kendine yardım kitabı olan Hayatı Yeniden Keşfedin‘i okumalarını öneririm.

Prozac Günlüğü

Anksiyete Bozukluğu, Terapi Süreci ve Prozac Günlüğü 23
Prozac Nation isimli filmden alıntı

Lizbon’da 2 yıl geçti. Terapiyle beraber aşırı mutsuzluk halinden bir nebze kurtuldum, İstanbul’da ev tuttuk, geri döndük derken aileyle geçen bir kaç günün ardından önce çenem sonra kolum bacağım uyuşmaya başladı. Bir kaç gün Haydarpaşa Numune’nin Nöroloji departmanında yattım. Korkudan delirerek MR makinesine girdim. MS’ten şüphelendiler ama temiz çıktım, eve döndüm ama uyuşmalarım geçmedi. Öyle olunca terapistimle konuşup bi psikiyatrdan randevu aldım. 15 dakikalık konuşma sonunda bana bir antidepresan yazdı ama yorumları okuyunca -özellikle kilo aldırır kısmı- kullanmak istemedim. Ardından Acıbadem Nöroloji’den randevu aldım, orada da renkli MR çekildi ve doktor yine temizsin dedi ve süreci ve kilo almak istemediğimi bildiğinden bana ‘bu kilo aldırmaz’ diyerek 20 mg Prozac ve B12 vitamini (eksikliği mental açıdan sorun yaratabiliyor) yazdı.

Geceleri karıncalanan eller, kollar, sürekli felç geçirdim geçiricem duygusu, uyuşan, sanki bir daha hareket etmeyecekmiş gibi gelen bacak, durduk yere gelen kafa uyuşması ve ölüm korkusu ile gelen aşırı kaygı haliyle kendi kendime baş edemedim ve Prozac’a başladım.

İlaç kısa sürede etkisini göstermeye başladı. Uyuşuyorum hissi geldiğinde kendime ‘hoşuna gitmeyen bir şey var, ondan böyle hissediyorsun, uyuşmuyorsun, iyi şeyler düşün’ diyebiliyordum. İlk 1-2 ay iştahım kesildi, sürekli bir uyku hali geldi, normalde söylemeyeceğim şeyler söyleyip yapmayacağım şeyler yaptım.

İlk ayın sonunda psikyatra kontrole gidince, ilacın işe yaradığına kanaat getirip dozu 40 miligrama çıkartmaya karar verdi. Konuyu terapistimle konuşunca benim durumumda 20 miligramdan destek almanın yeterli olduğuna kanaat getirdik ve ben yaklaşık 1 yıl dozu hiç arttırmadan Prozac kullandım.

Lizbon’da evde oturduğum dönem 12-13 kilo almıştım, 1 yıllık Prozac kullanımı bir o kadar daha ekledi üzerine. Yani internette Prozac ve zayıflama konulu bir yazı görürseniz şüpheyle yaklaşmanızı öneririm.

Ben bu ilacı ömür boyu kullanırım herhalde diye düşünürken karantina sürecinde hayat stabil akarken bırakmaya karar verdim. Yine terapistimden destek alarak dozu azaltarak yaklaşık 1 aylık bir süreçte yavaş yavaş bıraktım. Bu süreçte kendimi evdeki bitkilere, gittikçe sayısı artan hayvanlara vermek, yeniden kitap okuyabilecek kafa rahatlığını bulabilmek, ekonomik açıdan da biraz rahatlamış olmak ilaç haricinde ayrıca destek oldu. Özellikle köpek sahiplenmiş olmak, onunla sağlıklı bağlanma ilişkisi geliştirmek, panik olduğum anlarda ona sarılıp geçmesini beklemenin pozitif etkisi büyük oldu.

İlacı bırakalı 2 ayı geçti, karantina dönemi bitti, hayatımız eski, eşimin başka bir ülkede çalışması sebebiyle sürekli gidip gelmeli aslında sağlıksız olan rutinine geri dönmesiyle gece yatarken yaşadığım karıncalanmalar, gündüz uyuşmaları az da olsa geri geldi. Şimdilik idare edebiliyorum ama kendime tam zamanlı bir iş bulup sağlıklı bir rutin oluşturmadan bu hal tam olarak geçmeyecek gibi görünüyor.

Yine de uzun ve zor bir yoldan savaşmayı, panik atak geldiğinde onu tanımayı, kontrolü kaybetmeden geçirmeye çalışmayı, kendimi strese sokacak konulardan ve kişilerden uzak kalmayı öğrendim.

Geçen, tedavisi olan bir şey olmadığı için kabul edip, onunla yaşamanın mümkün olduğunu, geldiği gibi gittiğini unutmadan, kendime iyi gelen şeyleri çoğaltarak yaşamaya çalışmaktan başka çarem yok.

Bu benim öyküm. Sizin serüveniniz nasıl bilmiyorum ama bildiğim bir şey var ki yalnız değilim, yalnız değilsiniz.

Kendinize benim yerime sarılın!

İstanbul’dan Lizbon’a Uzanan Göç Deneyimi

Not: Bu post, Instagram’da paylaşılmak üzere hazırlanmaya başlanmış, uzun olacağı için buradan da paylaşılmıştır.

Bu seriyi hazırlamaktaki amacım eski bir göçmen kadın olarak yaşadıklarımı paylaşmak, kendim için burada da (Instagram’dan bahsediyorum) bir Portekiz albümü oluşturmaktı. Sonra gördüm ki negatif deneyimler birbirini kovalıyor, postları hazırlarken benim keyfim kaçıyor, teker teker anlatmadan toparla. Ki zaten defalarca bahsettiğim gibi başlık başlık Portekiz’de ve Lizbon’da Yaşam konuları internet sitesinde mevcut.

Portekiz başlığındaki tüm yazılara aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz. https://www.atlasyourself.com/category/gezi/portekiz/

O zaman toparlayalım:

27 yaşında, henüz evlenmişken, yeni yeni yerine oturan kariyerimi, tüm hayatımı bırakıp, pılımı pırtımı toplayıp bir daha dönmemek üzere yurt dışına yerleşmek kolay değildi. Bekarken dönemsel olarak farklı ülkelere gidip yaşamak, kimseyle bir bağım olmadığı için belli bir zamanda yada istediğimde ülkeme geri dönebilecek olmak macera duygusu verirken, temelli gitmenin duygusu oldukça buruk oldu benim için.

İlk dönem başımıza gelen aksiliklerden zaten bahsettim. Bunun yanında iş bulup para kazanma konusunda bir şeyler yapmam gerekiyordu. Bir gün gazeteci olma umuduyla 2 farklı iletişim fakültesinde dirsek çürüttüğümden ve yazmayı sevdiğimden henüz taşınmadan bu internet sitesini açtım. Lizbon’daki ilk dönemlerde bir yandan sitenin teknik kısımlarını çözmeye çalıştık karı-koca, bir yandan da ben oturum iznim çıkmadan da yapabileceğim bir iş bulmaya çalıştım kendime. Tuktuk şoförlüğünden tutun, Türkiye’den pilav arabası getirip, Hipster pilav arabası gibi bir şey yapabilir miyiz e kadar geniş bir çerçevede iş fikirlerimiz oldu. Sonunda hiçbiri olmadı tabii, sadece iki günlüğüne yemek workshop’u düzenleyen Fransız bir adamla çalıştım. Onda da adam dandirik work shop’unda çalışabilecek kadar iyi miyim acaba diye eski çalıştığım şirketi CEO’suyla iletişime geçince nanik yapıp başlamadan ayrıldım.

Sürekli evde oturmak, etrafa adapte olamamak, eşyaların gelmemesi, maddi sıkıntılar, İstanbul’da şıp diye halledilen şeylerin zaman alması, alış-veriş yap, yemek yap, temizlik yap ama başka hiçbir şey yapama tarzı hayat her geçen gün biraz daha bunalmama sebep oldu. Gördüğüm tek insan eşim olunca ve o da bir yerden sonra çalışmaya başlayıp biraz olsun sosyalleşince neden sıkıldığımı, ruhumun daraldığını ona anlatamaz oldum.

Türkiye’deyken yıllarca üst üste olan olaylar sebebiyle zaten psikolojim biraz bozulmuştu, oraya gittikten sonra bu sefer eve tıkılı vaziyette takip etmeye başladım haberleri. İnsan mekanını değiştirebiliyor ama Türkiyeli olduğum, Türkçe konuştuğum gerçeği değişmiyor. Haliyle bu sefer uzaktayken aldı beni memlekete ne olacak kaygısı.

Tüm bunlar olurken Lizbon’da mutsuz olduğum için gördüğüm istisnasız her şeyi İstanbulla yada Türkiyeyle kıyaslamaya başladım. Hiçbir şeyi beğenmeyip, hiçbir şeyden memnun olmadığım, dipsiz bir mutsuzluk çukuruna düştüm sanki. Öte yandan konuşabildiğim tek insan Hollandalı kocam olduğundan, sürekli Türkiye güzellemesi yapıyor oluşum başlarda onu sıktı. (Sonra o da hak verdi ama)

Evin içinde bir Türk ve Hollandalı, dışarısı ikimize de yabancı, ortak dilimiz İngilizce, bir kaç kelime hariç birbirimizin ana dilini konuşmuyoruz. İnternette ülkemize dair komik, ilginç, önemli bir şey görüyoruz ama İngilizce çevirisi orjinaline benzemiyor, hatta bazı şeyleri ifade etmenin imkanı yok. Birbirimize ne kadar sarılırsak sarılalım insan kim olduğunu unutuyor ana dilini uzunca bir süre konuşmayınca. Kim olduğunu unutmak, yeni bir benlik edinmek isteyenler olabilir mesela, bu gayet normal bir şey ama bizim durumumuzda ikimiz de olduğumuz kişiler olarak kalmaya niyetli olduğumuzdan memleket ve anadilini konuşma özlemi kaçınılmaz oldu.

Tüm bunları toparlarsak eğer, sonuç olarak Lizbon deneyimi ikimize de Türkiye’nin YAŞANILMAZ bir ülke olmadığını gösterdi bir yerde. Bir yığın sorunu var ülkenin evet ama hiçbir yer mükemmel değil. Biz bu düşünceler içindeyken kocam kaptanlığını aldı ve yeni bir ülke seçmemiz gerekti. Şansımıza İtalya çıktı ve Roma’da ev aramaya başladık. Hem İstanbul’a hem de Amsterdam’a kolaylıkla ulaşılabilecek noktada olması avantajdı. Derken ev konusuyla alakalı henüz hiçbir ciddi adım atmamışken İstanbul’a tatile geldik ve evi Moda’da tuttuk. İşte o zaman bu zamandır onun hayatı sürekli seyahat etmesi gerektiği için biraz zor, bense yakın zamanda tam tabiriyle yağmur sonrası çıkan gökkuşağını gördüm.

Lizbon’da başlayan panik ataklar ve adını oradayken öğrendiğim anksiyete bozukluğu üzerine daha oradayken bir terapist ile çalışmaya başlamıştım. İstanbul’daki eve taşındığımız dönemde bir üst seviyeye taşındı ve uyuşmalar, felç mi geçiriyorum acaba sorusu derken geçen yıl hayatımın en zor dönemini yaşadım. Nihayet psikolojik olduğu kanaatine varılınca 1 yıl kadar Prozac kullandım, 1.5 ay kadar önce de bıraktım. Çünkü Moda, hayatımıza 3 patili daha katmış olmak (özellikle köpeğimiz Merlin’in etkisi. büyük oldu, duygusal destek hayvanım benim (burada kap var), bitkiler, mahalle hayatı, sokak hayvanları, balkon ve küçücük manzaradan geçen gemileri seyretme daha bir çok şey bir araya gelip ilaç oldular bana.

Son olarak, kendimi bildim bileli uzaklar çekti beni. Lizbon’dayken fark ettim ki kaçtığım hiçbir şey beni terk etmiyor, aksine bazıları uzaktayken çok daha belirgin hale geliyor. Ben ne olursa olsun İstanbul’da mutluyum, benim yerim burası ve artık çocuk değilim, korkmama gerek yok, kaçtığım şeylerle yüzleşerek yeni bir hayat yaratabilirim. Öyle de oldu. Yani Lizbon’dan çok şey öğrendim aslında. Yanıma bir bunlar, bir anılar bir de 10 küsürünü orada, gerisini. Prozacla aldığım 20 küsür kilo kaldı. En azından artık aynalara küs değilim, kendimi görüyorum. Kilolara da geldikleri gibi giderler diyorum.

Ve bir not: Yurt dışına taşınan yakınlarınıza, arkadaşlarınıza ‘hayat güzel’ değil. Her adımı bir bedel ödetiyor insana yeni düzenin bir parçası olana kadar. Hemen hiçkimsenin temelli gidişi şansla açıklanamaz. Pür cesaret ve kendini yeni bir ülkeye adapte etme motivasyonu olmadan olacak iş değil. Ki bence zaten cebinde biraz hayal kırıklığı olmayan kimse pılını pırtını toplayıp tüm umutlarını bir bilinmezin içinde mutlu olmaya adamaz.

Tüm göçmenlere selam olsun!

Yurt dışında yaşayan Türklerle yaptığım bir röportaj serisi var, dileyenler farklı ülkelerde yaşayan farklı insanların hikayelerini aşağıdaki linkten okuyabilirler:

https://www.atlasyourself.com/category/roportajlar/

Doğu Ekspresi Yolculuğu ve Kars Gezisi

Herkes gibi benim de fotoğrafları gördükçe deneyimlemek istediğim ama bilet bulma sıkıntısını bildiğimden çok da heveslenmediğim bir yolculuktu Doğu Ekspresi. Sonuç olarak niyetlenip bilet bakmaya başlayınca şansımız yaver gitti ve Kasım ortasında zorlanmadan (muhtemelen sezon tam açılmadığından) Aralık başı için bilet bulduk.

DOĞU EKSPRESİ BİLETİ NASIL BULUNUR?

İnternette bu konu hakkında çok fazla kaynak olduğu için her şeyi baştan anlatmak yerine kendi deneyimimizi paylaşacağım.

*Doğu Ekspresi biletlerine TCDD’nin sitesinden buraya tıklayarak ya da TCDD uygulamasından ulaşabilirsiniz.

*Biletler bulunduğumuz günden itibaren maksimum 1 ay sonrasına kadar satışa sunuluyor. Örneğin 12 Ocak tarihinde en geç 12 Şubat tarihine bilet alabiliyorsunuz. 2 ay sonrası için bilet bakayım derseniz bilet bulamazsınız.

*Kars’a giden iki farklı tren var. Biri Turistik Doğu Ekspresi, diğeri Ana Hat Doğu Ekspresi (Ankara-Kayseri-Sivas-Erzincan-Erzurum-Kars) olarak sefer yapıyor. Turistik Doğu Ekspresi ara duraklarda 1’er saatlik gezi molası veriyor. Öğrendiğim kadarıyla biletler satışa çıkınca tur şirketleri toplu alım yaptıklarından Turistik Doğu Ekspresi bileti bulmak çok zor.

*Klasik Doğu Ekspresi treninde en konforlu yolculuk 4 yataklı örtülü kuşetli kompartmanlarda yapılıyor. Biz karı koca gideceğimiz için 4 kişilik kompartmanın tüm biletlerini satın aldık. Böylece üstte bulunan yatakları açmadan, geniş alanda oldukça rahat yolculuk ettik. (Totalde 280 lira gibi bir ücret ödedik)

DOĞU EKSPRESİ YOLCULUĞU NASIL PLANLANMALI?

Biz öğle saatlerinde İstanbul’dan Ankara’ya uçtuk ve akşam 18:00 gibi Ankara Garı’ndan trene bindik. Dönüşte de Kars’tan direkt İstanbul’a uçtuk.

Kişisel görüşüm tren biletini tek yön Ankara-Kars yada Kars-Ankara olarak almak ve seyahatin kalanını uçakla yapmanın en iyi alternatif olduğu yönünde. Bilet bulmak zaten zor, bir de 24 saatlik yolculuk bitip de trenden inince insan bir süre durduğu yerde sallanıyor. Sallanma hali geçer geçmez tekrar aynı güzergahta 24 saat yolculuk yapmak sıkıntı verir diye düşünüyorum.

Doğu Ekspresi ve Kars gezisi için toplam kaç güne ihtiyacımız var? diye soracak olursanız, tercih edeceğiniz ulaşım çeşitlerine ve Kars’ta yapmak istediklerinize göre bu süre 4 gün ile maksimum 1 hafta arasında değişir.

Biz gün sayısını minimumda tutarak şu şekilde planladık:

  • 3 Aralık İstanbul’dan Ankara’ya uçtuk, akşam trene bindik
  • 4 Aralık akşam 19:00 gibi Kars’a vardık
  • 5 Aralık Kafkas Cephesi Harp Tarihi Müzesi, Ani Harabeleri ve Çıldır Gölü’ne gittik
  • 6 Aralık günü de yine uçakla İstanbul’a döndük.

Kars Kalesi’ni ve şehirdeki Kilise-Camiileri görmek için zamanımız vardı ancak biz otelde zaman geçirmeyi tercih ettik. 4 günlük plana siz bunları da ekleyebilirsiniz. Eğer Sarıkamış Kayak Merkezi’ne de gidelim derseniz 4 günden daha uzun süreye ihtiyacınız olur.

DOĞU EKSPRESİ YOLCULUĞUNA ÇIKARKEN YANINIZA ALABİLECEKLERİNİZ:

Tren biletlerini aldıktan sonra internette araştırma yaparken karşıma çıkan en işe yarar tavsiye bu yanınıza almanız gerekenler kısmıydı diyebilirim zira trende geçireceğiniz 24 saatin kalitesini belirleyen bu yanınıza aldıklarınız oluyor. Trende yemek vagonu var ama açıkçası oldukça keyifsiz ve hijyen açısından da ne kadar iç açıcı olduğu tartışılır. O yüzden trene binmeden kendi hazırlığınızı yapmanızda fayda var.

  • Uzatma kablolu üçlü priz (kompartmanda 1 tane priz var, o da çok yukarıda)
  • Su ısıtıcısı (Büyük kettlelar sigortaları attırabiliyormuş. Ben plastik türk kahvesi makinesi götürdüm, gayet güzel iş gördü)
  • Kupa-bardak (Starbucksta 8 lira gibi bir fiyata çok güzel seyahat bardakları var, kırıldı döküldü derdi yok)
  • Yastık kılıfı (trende çarşaf-pike vs veriliyor, gayet de temiz ama ben yine de rahat etmek için evden yastık kılıfı götürmeyi tercih ettim)
  • Trende kalorifer var ve sıcaklığı içeriden kendiniz ayarlayabiliyorsunuz. Tam performansta aşırı sıcak oluyor, beraber yolculuk edeceğiniz insanların sıcaklık tercihlerini bilemeyeceğinizden kurdeşen dökmemek için bir tişört, üşümemek için de hırka gibi bir şey almakta fayda var.
  • Bol bol yiyecek, içecek (çay, kahve, süt vs), su. Dileyen yanında alkol de götürebiliyor ama biz trende sallanarak içmek istemediğimiz için tercih etmedik)
  • Yanınıza aldıklarınıza bağlı olarak plastik çatal, kaşık)
  • Keyifle müzik dinlemek için speaker.
  • Bol bol ıslak mendil, kağıt havlu.
  • Çöp poşeti
  • Minik bir ışık, camları süslemek için kullanılan yılbaşı ışıkları uygun bu iş için. Trenin kendi ışıkları uzun süre altında oturmak için biraz sevimsiz. Benim gibi hassassanız yanınızda ışık götürebilirsiniz.
  • Tercihe göre okuyacak bir şeyler.
  • Terlik, ev ayakkabısı benzeri bir şey. Ben gözden çıkarabileceğim bir terlik götürdüm, yolculuk sonunda çöpe attım.

ÖNERİ: Ankara Tren Garı küçük bir alışveriş merkezi gibi. İçinde Migros, Starbucks, Restoranlar, kitapçılar falan her şey var. Bir çok ihtiyacınızı oradan karşılayabilirsiniz. Tren akşam saatlerinde kalktığından biz bir restorandan paket olarak akşam yemeğimizi aldık ve trende yedik.

Doğu Ekspresi’nde Tuvaletler

Daha önce gidenler tuvalet konusu hakkında korku dolu hikayeler yazdığından bu kısmı ekleme ihtiyacı duydum. Vagonlarda bir alafranga, bir alaturka tuvalet bulunuyor. Alafranga olanın hali kalkıştan bir kaç saat sonra içler acısıydı gerçekten. Alaturka olan ise yanınızda götürdüğünüz ıslak mendiller ve kağıt havlularla şöyle bir temizlenebiliyor (evet trende tuvalet temizledim :D) Arkadan girenler de tuvaleti temiz görünce dikkatli davranıyorlar herhalde, o sebeple ben tuvalet açısından travmatik bir durum yaşamadım.

Biletler alındı, hazırlıklar yapıldı, yola çıkıldı. Şimdi arkanıza yaslanıp, yolculuğun keyfini çıkarma zamanı. Tren akşam 18:00 gibi kalktığından kışın hava aydınlanana kadar görecek pek bir şey olmuyor. Tavsiyem sabah ilk ışıklara kadar uyuyup, sonrasında manzaraya doymak yönünde. Sabah saatlerinde etraf dudak uçuklatacak kadar güzelleşiyor. Aralık ayı başında kimi yerler karlı, kimi yerler değildi ama Ocak ayı itibariyle her yer bembeyaz oluyor diye biliyorum. Biz her yer bembeyaz olunca bir daha gidip görmek istedik, deneyim zaten masalsı ama karlar altında manzara daha bir başka oluyor.

ERZURUM’DA YEMEK SİPARİŞİ:

Erzurum’un cağ kebabı meşhurmuş, tren burada 10 dk kadar durduğundan arayıp restoranlardan sipariş verdiğinizde yataklı vagonların olduğu yere siparişinizi getiriyorlar. Tren saat 15:30 gibi Erzurum’da oluyor ve haliyle acıkmış oluyorsunuz o saatte. Telefonlar tam çekmeyebiliyor, biz Gel Gör Cağ Kebabı’nı aradık, telefonda anlaşamayınca Instagram hesaplarını (@gelgorcagkebabi) bulup oradan sipariş verdik.

Doğu Ekspresi Yolculuğu ve Kars Gezisi 50
Erzurum

Yolculuk ile alakalı bir not ise Erzurum civarında trenin yavaşladığı yerlerde okuldan çıkmış çocuklar kalan yiyeceklerinizi camdan atmanızı istiyorlar. Bunu önceden bilseydim yanıma onları mutlu edecek bir kaç bir şey, belki kitap defter vs de götürebilirdim.

KARS GEZİ REHBERİ – KARSTA NEREDE KALINIR? KARSTA NELER YAPILIR?

Kars’ta Konaklama: Katerina Sarayı

Karsta trenden inince sizi taksiler karşılıyor önce onu söyleyeyim. Kalacağım yere nasıl ulaşırım diye düşünmenize gerek yok. Nerede kalınır sorusuna gelecek olursak bence bu sorunun tek bir yanıtı var: Hotel Katerina Sarayı. 1879 Rus İşgali sırasında Hollandalı mühendislere yaptırılan bu Rus yapısında konaklamak Kars’ın vaat ettiği en iyi konaklama alternatifi diyebilirim. Kars Kalesi’nin alt kısmında kalan Katerina Sarayı ile tren garı arası 10 dk mesafede, otel merkeze yürüyerek 5 dakika mesafede.

Kars’ta ne yenir, ne içilir? Kaz eti denemeye değer mi?

Akşam 19:00 gibi otele varıldığında ilk düşünce bir şeyler yemek oluyor. Akla ilk gelen de Kars’ın özdeşleştiği kaz eti oluyor. Bunun için ise Kars Kaz Evi, Pushkin ve Hanımeli restoranları öneriliyor.

Doğu Ekspresi Yolculuğu ve Kars Gezisi 60

Biz kaz yeme fikrine sıcak yaklaşamasak da Kars Kaz Evi’ne gitmeye karar verdik. Tek katlı bir Rus yapısı olan restoran dışarıdan oldukça hoş görünüyor. Şöyle bir deneyim yaşıyoruz:

Masamıza yerleşiyoruz, şef garson olduğunu tahmin ettiğim konuşmayı gerçekleştiren biri ve yanında bir kaç garson birden gelerek menü bırakıyor. Kaz eti fiyatları hatırladığım kadarıyla didiklenmiş 45 tl, bütün yarım 90 tl civarı. Şef garsona kazların çiftliklerde, kötü şartlarda yetişip yetişmediğini öğrenmek için nereden temin edildiklerini soruyorum, ‘köylerde gezen kaz’ yanıtını alıyorum. 2 kişi için 2 ısırgan aşı, 1 Piti (etli, sulu, çorba gibi bir yemek), bir de yarım porsiyon kaz sipariş ediyoruz.

Bir kaç dakika geçiyor ve şef garson geri geliyor. Kaz etini didikleyelim daha rahat yersiniz diyor. Trenden yeni inmişiz, oturduğumuz yerde sallanıyoruz, garsonla mücadele edecek halimiz yok. Bir tuhaflık olduğunu sezsek de olur diyoruz. Ertesi gün Karslılarla konuşurken öğreniyoruz ki, kaz eti diye getirdikleri şeyin ördek olma olasılığı var, eğer kaz getirdilerse çiftlik kazı satıyorlar, eti didikleme talebi de bizi düşündüklerinden değil, şekilsiz parçalardaki etleri verme isteklerinden kaynaklanıyor.

Piti servisi keza elle didiklenmiş pide üzerine kemikli etli suyu boca etmelerinden ibaret. Isırgan aşı çorbası haricinde hiçbir şeyden memnun kalmadan, tabiri caizse kaz gibi yolunup otelimize geri dönüyoruz.

Karslıların yemek tavsiyesi esnaf lokantaları. Kaz hariç ne dilerseniz gidin buralarda dörtte biri fiyatına yiyin diyorlar.

Kars Gezi Rehberi

Kars deyince benim aklıma 2 şey geliyor: biri 2016 senesinde Unesco Dünya Mirası listesine dahil edilen, M.Ö. 3000 yılında Ermeniler tarafından İpek Yolu üzerine inşa edilen, 1064 yılında Selçuklu egemenliğine geçen ve içerisine Anadolu topraklarındaki ilk camii inşa edilen, 3600 yıllık tarihe sahip Ani Harabeleri:

*Bu linkte Ani Harabeleri ile ilgili detaylı bilgi bulabilirsiniz.

Diğeri ise donmuş Çıldır Gölü ve atlı kızaklar:

Bunların haricinde:

  • 1153 yılında Selçuklular tarafından inşa edilen Kars Kalesi,
  • Kars Harp Müzesi,
  • Namık Kemal Evi,
  • Kars Fethiye Camii (Ruslar tarafından kilise olarak inşa edilen bir yapı orjinalinde)
  • Kars yakınlarında: Sarıkamış Kayak Merkezi

KARS TURU İÇİN ÖNERİLER:

Aynı gün içerisinde Namık Kemal Evi, Kars Kalesi, Kars Harp Müzesi (bu üçü birbirine yakın) Ani Harabeleri ve Çıldır Gölü’nü görmek mümkün. Ani Harabeleri ve Çıldır Gölü merkezden 1 buçuk saat kadar uzaklıkta olduğu için araç kiralamak yada bizim yaptığımız gibi tur kiralamak şart.

Biz Kars’ı taksisi olan Ulaş Abi (KarsTaksi) ile gezdik, tüm günlük tur için 350 TL ödedik ve gayet memnun kaldık. Önce Kars Harp Müzesine gidip 20 dakika kadar sürede müzeyi gördükten sonra 1 buçuk saat kadar süren Ani Harabeleri yolculuğu başladı. Ani’de yaklaşık 3 saat geçirdik. Oradan yine 1 saatlik yolculukla Çıldır Gölü’ne ulaştık. Çıldır Gölü’nde Sarı Balık yedik, ardından gölde kızakçılık ve balıkçılık yaparak hayatını kazanan Dural Daşdemir (@fenomenkizakcidural) ile göl üzerinde kızak sürüşünü deneyimledik. Dolu dolu bir gün geçirerek Kars seyahatimizi tamamladık.

Doğu Ekspresi Yolculuğu ve Kars Gezisi 91
Sol baştan: Ulaş abi, Jelmer, Nil, Dural

Kars turu için Ulaş Abi’ye ulaşmak isteyenler 05369788171 numaralı telefondan kendisini arayabilirler.

Son olarak Kars şehir merkezinde yapacak pek bir şey olmasa da, şehrin atmosferini, eski Rus yapılarını görmek, Ermenistan sınırında bulunan Ani Harabelerini ve ardından Çıldır Gölü’nü ziyaret etmek bence şart. Doğu Ekspresi yolculuğunu bitirip hemen geri dönmemek, Kars’a en azından 1 gün ayırmak lazım.

STEPHEN HAWKİNG’İN UFUK AÇAN SON KİTABI: BÜYÜK SORULARA KISA YANITLAR

Son zamanlarda okuduğum psikoloji, kişisel gelişim, klasikler, çok satanlar eskisi kadar ilgimi çekmiyor, öğrenilecek daha çok şey var diye düşünürken karşıma çıktı Büyük Sorulara Kısa Yanıtlar ve uzun zamandır ilk defa uzun süre okuduğum bir kitabın etkisinde kaldım.

Kitap çalışmaları Hawking hayata gözlerini yummadan önce başlamış ancak kendisi kitap henüz tamamlanamadan aramızdan ayrılmış. Çağımızın en önemli bilim insanlarından biri olarak tüm insanlığı ilgilendiren konularda yaptığı akıl yürütmeleri bilimsel temellere dayandırarak ve bunu hepimizin anlayacağı dilde aktararak bizlere son hediyesini bırakmış.

Gündelik hayatlarımızın içinde türlü problemlerle uğraşıyor, evimiz, iş yerimiz, sosyal ortamlarımız, ülke problemleri gibi daha küçük ölçekli konulara odaklanmaktan evrenin sırlarını, dünyanın geleceğini düşünmek aklımıza gelmiyor çoğumuzun. Bu her ne kadar normal görünse de son yüzyılda bilimin uzay, evren ve gezegenimiz hakkında keşfettikleri alışılagelmiş tüm inançları temelden sarstı. Dünya her geçen gün biraz daha hızla gelişiyor ve değişiyor. Aynı zamanda küresel ısınma, artan nüfus ve üretim, çevre kirliliği gibi sebeplerle insan eliyle gezegenin dengesi bozuluyor. Tek sorun bunlar da değil üstelik. Yakın bir gelecekte olmasa da dünyaya bir göktaşının çarpması bekleniyor. O zamana kadar düzen teknolojinin ve bilimin el verdiği ölçüde değişmiş olacak diye öngörülüyor ama geniş çerçevede insanlığı neler bekliyor? Kitapta bu sorulara ve aşağıda görebileceğiniz üzere bir çok önemli soruya çok güzel açıklamalar getiriyor Hawking.

  • Neden büyük sorular sormalıyız?
  • Tanrı var mı?
  • Her şey nasıl başladı?
  • Evrende bizden başka akıllı yaşam var mı?
  • Geleceği öngörebilir miyiz?
  • Bir kara deliğin içinde ne var?
  • Zamanda yolculuk mümkün mü?
  • Dünyada hayatta kalmayı sürdürebilecek miyiz?
  • Uzayda kolonileşmeli miyiz?
  • Yapay zeka bize üstün gelecek mi?
  • Geleceği nasıl şekillendiriyoruz?

Zamanın içinde yaşadığımız evrenin varoluşuyla ortaya çıktığını, evrenin sonsuz olmadığını ve günün birinde başladığı gibi sonlanacağını, başka evrenlerin de var olduğunu, hepimizin aslında birer yıldız zerresi olduğunu, her şeyin evrenle yalnızca ve yalnızca evrenle bağlantılı olduğunu ve çok daha fazlasını 195 sayfa boyunca merak ve şaşkınlıkla okurken, kitapta geçmeyen onlarca soruyu da kendi kendinize sormaya başlıyorsunuz.

stephanhawking

Kitabı satın almak isteyenler ve beğendiğim diğer kitaplara göz atmak isteyenler buradaki linke tıklayabilirler.

İSTANBUL’DAN RODOS’A NASIL GİDİLİR? – RODOS GEZİ NOTLARI

Haziran ayında hayatımda ilk defa Yunan topraklarına ayak basmak üzere plan yaptım ve Rodos’a gitmeye karar verdim. İstanbul’dan Rodos’a direkt uçuş olmadığından ilk önce Rodos’a seferi olan bir Türk limanına gitmem gerekiyordu. Yaptığım araştırmalar sonucunda kendime en uygun gelen rotayı çizdim, biletlerimi aldım ve yola çıktım.

Bir çoğu bildiğimiz tatlardan oluşan Rodos mutfağını deneyimlemek, tavernalarda uzo-meze yapmak, plajlarda güneşlenip masmavi koylarda yüzmek, şövalyelerin kalesini gezmek, yüzlerce yıllık Osmanlı yönetiminden kalma yapıları görmek, benzerliklerimize hayret etmek ve yabancı memlekette evinde gibi hissetmek nasıl bir duygu bunu deneyimlemek için Rodos’a gidilmeli.

Rodos kapı vizesi nasıl alınır?

Benim pasaportumda çok girişli Schengen vizesi olduğu için vize almama gerek yoktu ancak eğer çok girişli Schengen vizeniz yoksa ve bordo pasaportla seyahat ediyorsanız Rodos’a giderken Schengen ya da alması daha kolay olan ve kısa süren (seyahatten en geç gün önce başvurulması gerekiyor) kapı vizesine başvurmanız gerekiyor.

Kapı vizesine yalnız Mayıs ve Eylül ayları arasında başvurulabiliyor. 2019 yılı için kapı vizesi ücreti acente komisyonu dahil 65 Euro, 0-12 yaş arasındaki çocuklar için ise 20 Euro olarak belirlenmiş.

Rodos kapı vizesine başvurmak için gereken evraklar:

  • Elektronik ortamda doldurulmuş vize başvuru formu (ıslak imzalı)
  • En az 90 gün geçerli pasaportun fotoğraflı sayfasının fotokopisi
  • Nüfus cüzdanının fotokopisi
  • 2 adet yeni çekilmiş biyometrik fotoğraf (beyaz fonlu)
  • Konfirmasyonu ve ödemesi yapılmış otel rezervasyonu formu
  • Gidiş – dönüş feribot bileti (Fethiye-Rodos arası 55 Euro)
  • Vize ve acente hizmet harcı
  • Seyahat sağlık sigortası (10 Euro civarı tutuyor)

Rodos vizesi için tüm detayları öğrenmek ve vize başvurusunda bulunmak için bu linke tıklayabilirsiniz.

İstanbul’dan Rodos’a nasıl gidilir?

Rodos’a Bodrum, Marmaris ve Fethiye’den kalkan gemiler ile ulaşılabiliyor. Ben İstanbul’dan ulaşması daha kolay olduğu için Fethiye üzerinden gitmeyi tercih ettim. İstanbul-Fethiye arasını otobüsle gitmeyi tercih ederseniz eğer otobüsün son durağı olan Fethiye otogarından iskeleye taksi veya dolmuş ile 10-15 dakikada ulaşabilirsiniz. Uçakla gitmeyi tercih edenler ise önce Dalaman’a, oradan 1 saatlik Havaş yolculuğu ile Fethiye Otogar’a ulaşabilir ve yine aynı şekilde taksi veya dolmuşla iskeleye gidebilirler.

  • Check-in işlemleri için 1 saat kadar öncesinden iskeleye varmış olmak gerekiyor.
  • Check-in’den sonra pasaport kontrolü sırasına giriliyor ve burada yurt dışına çıkış harcı ödeniyor.
  • Fethiye-Rodos arası yaklaşık 2 saat sürüyor.
  • İnince tekrar pasaport kontrolünden geçiliyor ve artık Rodos’tasınız.
  • Rodos’un para birimi tahmin edebileceğiniz üzere Euro. Dönerken liman vergisi olarak 10 Euro ödeme alıyorlar. Bu da aklınızda bulunsun.

Fethiye-Rodos feribot biletini bu linke tıklayarak alabilirsiniz.

rodosvizesinasilalinir
Fethiye-Rodos yolculuğunu yaptığımız gemi

Rodos hakkında kısa bilgiler

  • Rodos 12 adaların en büyüğüdür.
  • Hospitalier (St Jean) şövalyelerinin kontrolünde olan ve 6 kapıdan oluşan bir kalenin içine kurulduğu için çok iyi korunan Rodos adası Akdeniz’de hakimiyet kurmak isteyen Osmanlı Devleti için önemliydi. Yaptıkları korsanlık faaliyetleriyle Osmanlı’ya Akdeniz’de rahat vermeyen St Jean şovalyelerini düşürerek Rodos’u almak için 1521 senesinde harekete geçen Kanuni Sultan Süleyman 1522 senesinde bu amacına ulaşarak adayı fethederek Doğu Akdeniz’de üstünlüğünü ilan etmiş ve tam 390 sene Osmanlı Devleti himayesi altında kalmış. Bu sebeple limana yanaşır yanaşmaz Osmanlı mimarisi ile harmanlanmış şövalye kaleleri tarafından karşılanıyorsunuz.
  • Adada Anthony Quinn diye bir koy bulunuyor. Bunun sebebi yıllar önce Anthony Quinn’in oynadığı The Guns of Navarone in Rhodes filminin burada çekilmiş olması. Rivayete göre Quinn bu koya öyle aşık olmuş ki koyu satın almak istemiş!
  • Adada taksiler gidilecek yere göre sabit fiyat uyguluyorlar.
  • Scooter, araba yada ATV kiralama ücretleri 7 Eurodan başlıyor.

Rodos Gezi Notları – Rodos’ta Neler Yapılır

Rodos bayağı büyük bir ada ve hem tarihi yerler görmek hem de şezlongda yatıp uzanmak, masmavi koylarda yüzmek için zengin bir aktivite çeşitliliği sunuyor. O sebeple plan yaparken değmesi için en az bir 4-5 gün ayrılmasını tavsiye ederim.

Aşağıda bahsettiğim tüm yerleri görebilmek için tercihe göre scooter, araba ya da atv kiralamak mantıklı. Yoksa taksiyle ya da toplu taşımayla kısa zamanda bir çok yeri görmek zor.

Old Town, tarihi kalenin içindeki sokaklar kesinlikle görülmeli, dileyenler müzeleri de ziyaret edebilir. Old Town içinde fiyatlar diğer yerlere göre biraz daha yüksek.

rodosoldtown
Old Town

New Town, restoranlar, barlar ve eğlence merkezlerinden biri burası. Kapısında kuyruk olan, geçenlerde Vedat Milor’un da ziyaret ettiği ve anlata anlata bitiremediği Tamam Restaurant bu bölgede yer alıyor.

Lindos, küçük bir San Torini olarak adlandırılan Lindos Köyü ve burada bulunan Lindos Akropolisi görülecekler arasında.

Anthony Quinn Bay, masmavi bir koy, ayağınızı soktuğunuz yerde yüzen balıklar, ahtapotlar ve dilerseniz bir şeyler yiyip içebileceğiniz bir restoran: deniz tatili sevenlerdenseniz kesinlikle gidip bu koyda zaman geçirmelisiniz.

anthonyquinnbay
Anthony Quinn Bay

Ialyssos, burası hem yazlıkçıların hem de otellerin olduğu hareketli bir bölge. Biz burada bulunan Villas Duc isimli müthiş otelde kaldık, günümüzün çoğunu havuzun kenarında, ağaçların altında bulunan şezlonglarda keyif yaparak, inanılmaz lezzetli mutfaklarından yemekler sipariş ederek geçirdik. Akşamları da bölgedeki barlarda ve restoranlarda yemeyi tercih ettik.

villasduc
Villas Duc

Parmakları yedirecek kadar güzel mezeler, yemekler tahmin edebileceğiniz üzere lokal restoranlarda oluyor. Otel çalışanlarının tavsiyesiyle gittiğimiz bir aile tavernası olan To Pesperi açık ara farkla adadaki favori restoranımız oldu. Üstelik kalite yüksek olmasına rağmen 6-7 meze, devasa bir kalamalar tabağı ve 20’lik uzoya 35 Euro civarı bir hesap ödedik.

rodosfood
To Pesperi’de masanın bir kısmı

Bunların haricinde şans oyunlarını sevenler Rodos’un Casino’sunu ziyaret edebilir, diğer plajlarına göz atabilirler. Nerede kalmalı diye sorarsanız adanın altını üstüne getirdikten sonra da yaptığımız seçimden çok memnun olduğumuz için oyumu Ialyssos’tan yana kullanıyorum.

villasducpoolrodos
Villas Duc’un palmiyelerinden biri

ÖĞRENCİYKEN YAPILABİLECEK İŞLER

Lise bitip, üniversite hayatı başlayıp da masraflar artınca bir çok gencin en temel problemi para oluyor. Aileler liseye nazaran daha çok destek olsalar bile büyümenin getirdiği sorumluluklar, hayatın içinde sosyal olarak daha aktif olmak, okul masrafları derken giderler katlanarak artıyor. Ders programlarının, okulların da liseye göre daha esnek olmasıyla beraber gençler iş aramaya başlıyorlar.

Bu yazıda hem kendi deneyimlerimden, hem de son zamanlarda karşıma çıkan ve üniversite öğrencileri için ideal olabilecek işlerden bahsedeceğim.

Üniversitedeyken çalıştığım işler

Hangi işte çalışmadım ki? diye sormak daha mantıklı olur belki. 2009-2015 yılları arasında (19-25 yaş arası) günlük, proje bazlı, sezonluk, uzun dönem, maaşlı bir çok işte çalıştım. Üniversiteye ilk olarak İstanbul Aydın Üniversitesi’nde 2 yıllık Radyo-Tv Programcılığı okuyarak başladım. Lisede bölümüm yabancı dil’di, ben daha sanatla alakalı olabilecek bir bölümle devam etmek istediğimden üniversite serüvenim 2 yıllık özel okulla başladı. Bu dönemde okul eve uzak olduğundan ev tutuldu, özel okul masrafı da üzerine eklendi ve henüz 17 yaşındayken aldı beni bir geçim telaşı. Bu dönemde 3-4 iş denedim:

  • Bir günlüğüne TTNET standında durdum, hoşuma gitmedi,
  • Bir firma için bir günlüğüne Beyoğlu’nda anket yaptım, hoşuma gitmedi,
  • Okulun yakınında yeni açılan bir cafede bir grup adayla beraber baristalık eğitimi aldım, sonunda işe başkası alındı ve 2 yıllık üniversite süresi boyunca başka bir iş denemedim.

Sonra 2 yıllık okuldan mezun oldum ve ailemin yanına döndüm. Hayalim okulu bir sonraki sene dikey geçiş sınavına girip 4 yıla (hatta mümkünse Viyana’da) tamamlamaktı. Döner dönmez Best Fm’de ücretsiz staja başladım, bir 10 gün kadar çalıştıktan sonra yapmak istediğimin bu olmadığına ve bir an evvel para kazanmak istediğime karar verdim ve esas iş serüvenim de bundan sonra başladı:

  • Gümüşsuyu’ndaki radyodaki işime gitmeden önce orada çalışan bir arkadaşıma danışarak Kafe Pi’nin Küçükbeyoğlu şubesine giderek iş başvurusunda bulundum. Bana bir form dolturttular, yarım saat sonra da
    ‘siyah pantalonun var mı? yarın gel başla’ diye telefon aldım. Son kez Best Fm’de çalıştım ve ertesi gün 2 yıl sürecek Kafe Pi maceram başladı.
  • KAFE Pİ: O dönemde bir çok şubesi olan, tüm şubelerde üniversite öğrencilerinin çalıştığı, ödemeleri günlük aldığımız bir bar zinciriydi. Garson olarak işe başladım, -Viyana’ya gidebilirsem orada da bu işi yapabilirim diye düşünüyordum- 2 hafta kadar sonra iyi çalışmış olacağım ki beni bara aldılar. Kokteyl yapmayı, baristalığı öğrendim, daha çok para kazandım ve bu 2 sene kadar Kafe Pi’nin çeşitli şubelerinde sürdü. Bir ara personel şefliği yaparak maaşlı olarak da çalıştım. 2 yılın sonunda DGS’ye girerek Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni kazandım ve Kafe Pi’deki işimden ayrıldım.

Kafe Pi bana neler kattı?

İlk uzun süreli iş tecrübesi olarak Beyoğlu’nda gecesi gündüzü olmayan, sabahlara kadar çalıştığım bir işimin olması maddi ve manevi olarak inanılmaz bir özgürlük duygusu verdi bana. O dönemde hepsi üniversite öğrencisi olan bir dünya insanla iş arkadaşı oldum, kimisi hayatımda kaldı hala görüşüyorum. Kendi potansiyelimi, çalışmanın güzelliğini, sabretmeyi, müşteri ilişkilerini, insan idare etmeyi burada öğrendim. Para kazandım, meslek öğrendim, eğlendim ve kendimden özgür bir birey yarattım.

Marmara’ya başlayıp Kafe Pi’yi bıraktıktan sonraki dönemde:

  • Bir arkadaşımın aracılığı ile bir yayınevi ile görüşerek kitap editörlüğüne başladım. Okumayı ne kadar sevsem de, harekete alışık olduğum ve kazandığım paraya değmeyeceğini düşündüğüm için 2 kitap sonrasında bu işi bıraktım.
  • Başka bir arkadaşlarımla çocuk doğumgünlerinde fotoğraf çektim,
  • Daha sonra yine bir arkadaşım aracılığı ile Unilife isimli bir organizasyon şirketinin düzenlediği konserlerde alan sorumlusu olarak çalıştım. Proje bazlı para kazanıyor, üstelik dünyaca ünlü insanların konserlerini ücretsiz izliyordum. Tek kelimeyle harikaydı ancak yalnızca yazları çalışabiliyordum.
  • Arada iş geldikçe barlarda barmaid olarak çalıştım. Sonra 2013 senesinde Work and Travel’a gidip Six Flags isimli bir eğlence merkezinde kasiyerlik yaptım. Döndüm ve üniversitenin son senesinde bir Yurt Dışı ve Eğitim Danışmanlık şirketinde vize sorumlusu olarak işe başladım. Tam zamanlı iş ile okul birlikte yürümeyince bu işi de bıraktım.
  • Bunun arkasından Galeri Artist isimli bir sanat galerisinde satış sorumlusu asistanı olarak işe girdim. Bu işi de tam zamanlı olduğundan 1 ay sürdürebildim.
  • ALCOHOLOCO: Yine yarı zamanlı bir işe ihtiyacım olduğundan yıllarca Kafe Pi ve Unilife’ta öğrendiklerimi Alcoholoco isimli bir bar catering şirketinde değerlendirme imkanı buldum. Düşününce gençliğim ile yaptığım en iyi iki şey Kafe Pi ve Alcoholoco’da çalışmak gibi geliyor bana. Çırağan Sarayı, For Seasons, Les Ottoman, Hilton, Mandarin Oriental aklınıza hangi otel ve bu otellerde düzenlenen etkinliklerde kocaman bir ekibin parçası olarak çalıştım 2 sene kadar. Burada da günlük kazandım ve okul bittikten sonra da iş bulana kadar bir müddet keyifle çalıştım.

Dezavantajlar neydi?

Hep pozitif yönlerinden bahsettim ama tabii ki olumsuz tarafları da vardı Üniversite döneminde yaptığım iş seçimlerinin. Bunların biri alanım olan İletişim konusunda kendimi geliştirmek yerine başka alanlarda deneyim kazanmış olmam, bir diğeri ise uzun ve ağır çalışılan yılların arkasından gelen (geçmeyen omuz ağrısı gibi) fiziksel etkiler. Mezun olduktan sonra kendi alanım ile ilgili bir iş bulmuş olmamı hesaba katarsak yine de benim serüvenimi 10 üzerinden 7 ile değerlendirebiliriz.

Uzun uzun kendi deneyimlerimden bahsettim ama arada devir değişti, o döneme internet üzerinden yapılabilecek işlerin sayısı arttı. Hem alanım iletişim olduğundan, hem de kendi internet sitem vs aracılığıyla teknoloji ile içli dışlı olmaya devam ettiğimden, yenilikleri de merak ettiğimden günümüzde üniversite öğrencilerinin yapabileceği işler konusunda da fikirlerim var.

Üniversite öğrencilerine iş önerileri

  • Garsonluk
  • Barmenlik
  • Stand hostesliği
  • Etkinliklerde çeşitli görevler alma
  • Red Bull, çeşitli sigara markaları vb gibi büyük markalarda tanıtım görevlisi olarak çalışma

İnternet üzerinden para kazanmak

Sosyal Medya

İnternet ve sosyal medya çağında yaşıyoruz. Okuduğunuz alan ne olursa olsun internet ile içli dışlıysanız eğer Sosyal Medya Yönetimi (Instagram, Facebook etc), bildiklerinizi, iyi yaptığınız şeyleri sosyal medya aracılığıyla paylaşarak önce kitle sonra reklam geliri edinebilir yada fenomenlere asistanlık gibi alanlarda kendinizi geliştirip bir ofise gitme gereği olmadan para kazanabilirsiniz. İçerik üretmek, fotoğraf çekmek, makale yazmak, grafik dizayn, tasarım, kod yazımı, çeviri yapmak, özel ders vermek gibi bir çok alanda iş ilanı bulmak mümkün. İnternet üzerinden yeteneklerinize uygun bir iş bulabilirsiniz.

İnternet üzerinden iş bulabileceğiniz site önerileri

Bionluk: Burada kendinize yeteneklerinize dair bir profil oluşturup, iş alabilirsiniz. Site komisyon bazlı çalışıyor, işi teslim ettiğinizde kendi kesintilerini yaparak ödemenizi hesabınıza yatırıyorlar.

Sitelerine buradan ulaşabilirsiniz.

Othersapp: Bu sitede kişiler yada şirketlerin verdikleri iş ilanlarını bulabilir ve işlere aday olabilirsiniz. (Online işlerden, çocuk bakıcılığına, stand hostesliğine farklı farklı işler oluyor.)

Siteye buradan ulaşabilirsiniz.

DogGo: Köpeklerle iyi anlaşıyorsanız Doggo isimli uygulamaya kaydolarak boş zamanlarınızı köpek gezdirerek değerlendirip, para kazanabilirsiniz. Yukarıdaki iki uygulamayı müşteri olarak kullanıyorum ancak Türkiye’ye döndükten sonra çok zamanım olduğundan ve köpeklerle zaman geçirmeye bayıldığımdan walker olarak DogGo’ya başvurdum, eğitimlerine katıldım ve zamanım oldukça ben de köpek yürütüyorum. Hem sağlıklı ve keyifli hem de güzel bir gelir kaynağı. Ancak şu an için yalnızca İstanbul’da faaliyet gösteriyorlar.

Walker olmak için buradan başvurabilirsiniz.

doggo
DogGo yürüyüşlerimizden biri

Armut.com: Armut.com her türlü hizmeti çatısı altında toplayan bir uygulama. Buraya üye olarak köpek gezdirme, evde kedi-köpek bakımı, çocuk bakıcılığı, yoga eğitmenliği gibi alanlarda iş bulabilirsiniz.

Sitelerine buradan ulaşabilirsiniz.

İnternet üzerinden satış yapmak

Bir başka yöntem de internet üzerinden ürün satışı yapmak. Kendi ürettiğiniz yada uygun fiyata aldığınız şeyleri Instagram, ETSY gibi platformlardan yurt içi ve yurt dışında satabilirsiniz.

YURT DIŞINDAN TÜRKİYE’YE GERİ DÖNMEK

Gitmek mi zor kalmak mı? Bu sorunun cevabının kişiden kişiye değiştiğini gördüm yıllardır. İnsan neden gitmek ister? Komşunun çimeni her zaman daha mı yeşil görünür? Yurt dışında yaşamanın ne gibi zorlukları/avantajları var? Biz iki senelik Portekiz maceramızı sonlandırıp, Türkiye’ye dönmeye nasıl karar verdik? (hatta bu zamana kadar neden bir değil, iki kere Türkiye’ye kesin dönüş yaptık) bu yazıda bunlardan bahsedeceğim.

Yurt dışına taşınma kararı

Son yıllarda bozulan ekonomi, işsizlik, çalışırken haklarını tam olarak alamama, hukuksal anlamda ülkede yaşanan güvensizlik ve bazı terör olaylarından sonra biz kendimizi 2016’nın sonlarına doğru gitmeye hazırlanırken bulduk. Aslında eşimle beraber 2015 senesinde Türkiye’ye geri dönüş kararı alıp, ikimiz de İstanbul’da iş bulmuş, hayatımızı Türkiye’de devam ettirmeye karar vermiştik, işler umduğumuz gibi gitmedi.

Yurt dışında yaşamla alakalı birkaç not

Burada daha iyi anlaşılabilmek için bir parantez açarak hikayemizden ve önceki yurt dışında yaşam tecrübelerimizden bahsetmek istiyorum. Eşim Hollandalı ve 2011 senesinde kariyerine pilot olarak Türkiye’de başlamış. Biz 2015 senesinde tanıştığımızda ben Work and Travel için Los Angeles’a giderek 4 ay orada yaşayıp, çalışmıştım. Yani eşim zaten gurbetteydi, benim de kısa da olsa yurt dışında yaşam deneyimim vardı. Tanışmamızın hemen ardından eşim dünyanın tam olarak öbür ucunda bulunan Fiji Adaları’nda iş buldu kendine. Ben o yıl üniversiteden yeni mezun olmuştum. Eşim Fiji’ye gidince ve kısa süre içerisinde ona katılamayacağım için ben de Kuveyt’te bir restoranda iş bularak çalışmak için Kuveyt’e gittim. 3 ay orada çalıştıktan sonra da eşimin yanına Fiji’ye gittim. Bu parantezi burada kapatabiliriz, aşağıda bunları neden anlattığımı etraflıca açıklayacağım.

Yukarıda da okuduğunuz üzere, ben 4, eşim 3 farklı ülkede yaşama imkanı buldu. Her gidişin motivasyonu, her ülkede hissedilenler farklıydı. 20’li yaşların başlarında alınan kararlar daha çok macera gibi hissettirirken 20’lerin sonuna doğru gelindiğinde ‘ben tüm hayatımın bu şekilde geçmesini istiyor muyum’ diye sormaya başlıyor insan kendine.

20’lerin başından bu yana farklı şartlarda 4 farklı kıtada bulunan 4 farklı ülkede yaşadıktan sonra diyebiliyorum ki:

-Erasmus, Work and Travel, yüksek lisans, master, staj gibi sebeplerle günün birinde döneceğini bilerek yurt dışında yaşamak daha çok ‘macera’ hissi veriyor,

-Fiji gibi dünyanın öteki ucunda, tamamıyla alıştığımızdan farklı olan tropikal bir adada yaşamak müthiş bir deneyim ve özgürlük hissi veriyor. Dünyanın bildiğimiz modern halinden çok daha farklı gerçeklikleri olduğunu öğretiyor. Bu tarz ülkelerde yaşamayı büyülü bir bulutun içine hapsolmak gibi tanımlayabilirim. Ama yaş gençken, tüm arkadaşlarınız, aileniz farklı zaman dilimlerinde, alışıp bildiğiniz şeyleri yaparken zamanla gerçeklikten kopuyormuş gibi hissetmeye sebep olabiliyor. 2015 senesinde Fiji’den dönüp Türkiye’de çalışıp, düzen kurma kararını almamıza sebep olan da buydu. Fiji’den güzel duygular ve anılarla ayrıldık, hala sık sık aklıma gelir. Tekrar ziyaret etmek, hatta belki yaşlanınca gidip biraz yaşamak isterim.

-Kuveyt çalışıp, para kazanmak-biriktirmek için ideal bir ülke olabilir ancak yaşamak için çok renkli bir dünya vaat etmiyor. Amerika’da yaşamak, filmlerde gördüğünüz yerlerde yürümek enteresan bir deneyim mesela, tropikal bir adada yaşamak macera, herhangi bir Avrupa ülkesinde de tarih, medeniyet, farklı lezzetler deneyimleme imkanı var ve tüm bu yerler keşfedecek, oyalanmaya yardımcı olacak şeylerle dolu. Kuveyt bu açıdan biraz zayıf kalıyor. O yüzden biraz para kazanıp, biriktirdikten sonra arkama bakmadan ayrıldım Kuveyt’ten.

Yurt dışından kesin dönüş yapma kararı

Yukarıda kısa süreli gidiş-dönüşlerden bahsettim ancak esas hikaye Portekiz’den Türkiye’ye geri dönüşümüz. Eşim, 2015 sonunda yurt dışında bir firmaya başvurdu ve kabul edilince Portekiz’e taşındık. 2 yıl kadar burada yaşayacak ve sonra başka bir ülkeye transfer olacaktık. İyisiyle kötüsüyle 2 yıl geçti, transfer zamanı geldi. Avrupa’da 80 küsür destinasyon arasından kendimize yaşayacak bir ülke/şehir seçip şirkete bildirmemiz gerekiyordu. Önce Barselona dedik, sonra Roma’da karar kıldık (şehir seçmeye çalışırken tek kıstasım ‘İstanbul’a ne kadar benziyordan başka bir şey değil bu arada) ama en sonunda şirket İtalya genelinde farklı şehirlerden operasyon yaptığı yeni bir kontrat sundu, onu seçtik ve her yere bağlantısı olan şehir Roma olduğu için orada ev aramaya başladık.

Bir şekilde ne Barselona içime tamamen sinmişti, ne de Roma’da yaşama fikri cezbediyordu. 2 yıl Portekiz’de yaşayıp, sık sık seyahat etmiş olmak, eşimin Hollandalı olması sebebiyle zaten ikinci bir ülkeyle göbek bağı kurmuş olmak yurt dışında yaşama fikrinin eskisi kadar cazip gelmemesine sebep oluyordu. Türkiye’de içinde yaşarken eleştirdiğim konu kadar, şükredilecek bir dünya şey olduğunu fark ettim bu süreçte ve Mart ayında ev bakmaya Roma’ya gitmemiz gerekirken eşim ben İstanbul’dan gider gelirim İtalya’ya dedi ve (5 gün çalışıyor, 5 gün izin yapıyor) biz İstanbul’da ev tuttuk.

Yurt dışından Türkiye’ye geri dönme sebepleri

Herkesin hikayesi, yurt dışına taşınma sebebi, gittiği ülke, oradaki yaşam şartları, hayattan beklentileri, mutlu olduğu şeyler farklı. İstanbul gibi bir şehre alternatif olarak bir başka ülkenin büyük bir şehrinde yaşamak bana cazip gelmiyor. Yalnızca Portekiz’de yaşayarak değil, bu süreçte farklı Avrupa ülkelerinin şehirlerini ziyaret edip ‘acaba burada yaşayabilir miyiz?’ araştırması yaparken de öğrendiklerim, gördüklerim ve hissettiklerim aynı sonuca varmama sebep oldu. Peki neydi tüm bunlar?

-Öncelikle hangi ülkenin hangi şehrine giderseniz gidin, aradan yıllar da geçse oralı değilseniz eğer bir çevre oluşturmak, konforlu bir ortam yaratmak zaman alıyor.

-İstanbul gibi her şeyi anında çözmeye alışık olduğumuz, hiçbir şey için beklemediğimiz, her şeyin elimizin altında olduğu bir yerde yaşamaya alıştıktan sonra yurt dışında yaşayıp bir çok şeyden mahrum kalma fikri hoşuma gitmiyor. Bu dileyince kuaföre gitmekten tutun, evde tesisat işi halletmeye, eve yemek sipariş etmeye, yeri geldiğinde gündüz vakti açık restoran bulup yemek yemeye kadar gidiyor. Burada görece az paraya, kolayca çözdüğümüz bir çok şey oralarda lüks haline geliyor.

-Ben mesela bilgisarımı alıp bir kafenin bahçesinde saatlerce oturmaya bayılıyorum, Bunun için şu an yaşadığım yer olan Moda tam bir cennet. Bizdeki kadar çok alternatifin olduğu, dışarıda oturma kültürü olan bir başka şehir daha görmedim henüz.

-İstanbul ayarındaki büyük şehirlerde merkezi yerlerde yaşamak İstanbul’da olduğundan çok daha pahalı.

-Herkes sevmek zorunda değil tabii ki ama ben İstanbul’u seviyorum, daha fazla ülke/şehir gördükçe de İstanbul’un güzelliği daha çok kamaştırdı gözümü. Bundan uzak olarak, dünyanın başka şehirlerinde İstanbul’u özleyerek yaşama fikri ayrı bir faktör oldu.

-Kendi dilini konuşma, aileye-arkadaşlara yakın olma, kitapçılardan, gazete bayiinden anadilinde dergi alabilme, hastalanınca hastaneye gidebilme, bu açılardan iyisiyle-kötüsüyle bildiğin bir sistemin içinde olmak güzel.

-Yurt dışında yaşayıp, yine yurt dışında başka ülkelere seyahat etmek ‘gezmenin, keşfetmenin’ büyüsünden aldı götürdü biraz. Hayatta en keyif aldığım şeylerden biri yeni yerler görmekken, her fırsatta kendimi İstanbul’a atmak istiyordum. Türkiye’ye geri dönmek seyahatin büyüsünü de geri getirdi benim için.

-Yurt dışında yaşarken ister istemez ‘Türkiye’ye gidince yaparım, alırım listesi’ oluyor herkesin. Bu yapılacaklar biriktikçe ben kendimi hayatın gerisinde kalıyormuş, hayat akmıyormuş gibi hissediyorum. Dönmüş olmanın avantajlarından biri de bu listeleri burada hızlıca tamamlayıp, başka şeylere yer açabilmek oldu.

-Türkiye’de seçtiğin kelimeler, konuşma şeklin karşı tarafa kendini biraz olsun tanıtma fırsatı verirken yurt dışında Türk olmak çoğu zaman bilinen kalıpların Türkiye’de yaşayan tüm insanları temsil etmediğini anlatma çabası manasına geliyor. Uzun vadede bu da bana yük olmaya başladı.

Yukarıda defalarca vurguladığım gibi tüm bu duygu ve düşünceler kişiden kişiye farklılık gösteriyor (örneğin eşim İtalya’da çalışıp, Türkiye’de yaşıyor ve memleketi Hollanda’ya çok sık gidemiyor ancak bir şekilde idare ediyor). Sonuçta Türkiye’nin şu anki durumu ortada. Daha iyi bir iş, daha iyi sosyal şartlar, geleceğe yatırım, daha güvenli ortamda yaşama, yeni yerler, kültürler keşfetme gibi sayısız sebeple yurt dışında yaşamak tercih edilebilir, hatta bundan keyif alan çok insan var. Öte yandan benim gibi sürekli bir özlem yaşayan, kıyas yapmaktan artık içinde bulunduğu yerin güzelliklerini göremez olan insanlar da var.

Sonuç olarak, İstanbul’a dönerken düşüncem şuydu: ‘Bir kere yaşıyorum, dünyada en çok olmayı istediğim yer, içindeyken hiçbir şeyi kaçırıyormuşum gibi hissetmediğim, kaosuna, renklerine, insanıyla hayvanıyla 7/24 yaşayan haline aşık olduğum şehirde yaşamak istiyorum. Uzaklarda olup yarım yaşayacağıma, İstanbul’da olup iyisiyle olduğu kadar kötüsüyle de barışacağım.

Şimdilik her şey yolunda gidiyor.

Gurbette olup, memleketini özleyen herkese selam olsun!

REICHSBURG KALESİ GÖLGESİNDE BİR ŞEHİR: ALMANYA COCHEM

Reichsburg Kalesi ile konuya girmemin sebebi Orta Çağı yoğun bir şekilde hissedebileceğiniz bu şehirde kalenin gösterişli bir şekilde en yüksek noktadan size kendini göstermesi.

‘’Nerede bu Cochem? Nasıl gidilir?’’ gibi sorular aklınıza takılabilir. Adını gitmeden önce duymadığım bu şehre, Avrupa’da sayısı oldukça fazla olan nehir gemileri ile gitme fırsatım oldu. ‘’Romantik Ren Nehri ve Mosel Turu” adı altında gerçekleşen turun bir durağı da bu şirin şehirdi.

cochem nehir turu
Nehir gemisinden Cochem manzarası

Romantik Ren Nehri ve Mosel Turu yazıma buradan ulaşabilirsiniz.

Cochem’e nasıl gidilir ?

Farklı bir ulaşım yolu olarak treni de tercih edebilirsiniz. Bunun için İstanbul – Frankfurt uçuşunu gerçekleştirdikten sonra, Frankfurt Cochem şehrine olan trenler, günlük olarak istasyonlardan Frankfurt Hbf kalkış – Cochem (Mosel) varış olarak hareket ediyor. Ortalama tren bilet fiyatları 30-150 ₺. Yolculuk süresi 2 buçuk saat civarı sürüyor. Bu yolu tercih edebilirsiniz. Berlin, Münih, Hamburg gibi farklı noktalardan da bu şehre gelmeniz mümkün fakat fiyat/zaman olarak değerlendirirsek en uygun nokta Frankfurt oluyor 🙂

Bilet fiyatlarına bu linkten ulaşabilirsiniz.

Merkeze doğru yürürken gördüğüm ilk dikkat çekici şey köprü ayağındaki seramik duvar oldu. Burada farklı zamanlarda bu şehrin başına gelen olayların anlatıldığını öğrenince devamında neler gelecek diye meraklanmaya başladım.

Reichsburg Kalesi

Reichsburg Kalesi’nin orjinal son hali 12.yy’ da tamamlanmış. Daha sonra 1869 ve 1877 yılları arasında Berlin mülki meclisi üyesi Louis Ravene, 1576 yılındaki eski planlara göre kaleyi yeniden inşa ettirmiş.

REICHSBURG KALESİ GÖLGESİNDE BİR ŞEHİR: ALMANYA COCHEM 101
Reichsburg Kalesi

Şehirden oldukça yukarıda bulunan Reichsburg Kalesi’ne ulaşım servislerle sağlanıyor.
8-10 Euro civarı bir giriş ücreti ödedikten sonra rehberle birlikte kaleyi gezme fırsatınız oluyor. Mimarinin muazzam örneklerinden biri olan kale eğer Orta Çağ Mimarisi’nden ve gotik esintilerden hoşlanıyorsanız oldukça ilginizi çekebilir. Farklı dönemlerde el değiştiren kale için artık eski havasını kaybetti gibi yorumlar ortalıkta gezinse de bu haliyle de görülmeye değer olduğunu düşünüyorum. Özellikle terastan görülen manzara buraya gelmeye değer dedirtiyor.

REICHSBURG KALESİ GÖLGESİNDE BİR ŞEHİR: ALMANYA COCHEM 102

Acıklı bir aşk hikayesini barındıran bu kalenin hikayesi ise kısaca şu şekilde; Yaşlı bir adam olan ev sahibi kendinden yaşça küçük eşi için bu kaleyi yaptırıyor, hem de en ufak detayına kadar. Dünyanın çeşitli yerlerinden gelen objeler ile ev bir güzel hazırlanıyor ( kutup ayısı postu dahil). Fakat küçük eşi gönlünü başkasına kaptırıyor ve kaçıyor. Kalbi kırık ev sahibinin vefatından sonra ise kale birkaç kez el değiştiriyor.
Kalede muhteşem Mosel nehri manzaralı bir teras, avcı odası, herşeyin el boyaması olduğu bir yemek odası ve gizli geçitlerle ulaşılan odalar gibi farklı bölümler mevcut.

Şehir merkezinden bahsedecek olursak, genel olarak çoğu Alman kasabasında bulunan ana meydan, etrafında şirin kafeler, oldukça fazla hediyelik eşya vb. şeylerin satıldığı dükkan ve şehrin etrafını saran üzüm bağlarının hakkını veren kendilerine özel şarapları mevcut. Yerliler pek tercih etmese de biz turistlerin kesinlikle şarap ve likörleri denemesi gerekli. Özellikle Moselle Riesling şarabını tatmadan dönmeyin! 🙂

Sene içinde birkaç kez gerçekleşen şarap festivallerinde merkezdeki çeşmelerden şarap akıyormuş. Denk gelemememe rağmen hoş bir ortam olduğunu tahmin edebiliyorum 🙂

Cochem’de neler yapılır:

✔ Gitmek için şarap festivali olan zamanlar tercih edilebilir, bu dönemlerde farklı eğlenceler oluyormuş 🙂 En yakın şarap festivali 24-28 Ağustos tarihleri arasında. Linki şuraya bırakalım : tık tık

✔ Üşenmeden Reichsburg Kalesine çıkmak gerekli, ”ay kalenin içine girmeyeyim” diyenlerin, içlerindeki bu sese kesinlikle kulak vermemesi lazım!

✔ Belediye binasının bulunduğu küçük meydanda oturup kahvenizi yudumlarken şehrin havasını doyasıya çıkarmak da lazım!

✔Hediyelik olarak şaraplık üzüm fidesinden farklı likör ve şaraplara kadar uzanan alışveriş maratonu sırasında şarap tadımlarına katılmanızı öneririm 🙂 Israrla Moselle Riesling şarabı diyorum.

ALSAS-LOREN ŞARAP YOLU: RIQUEWIHR, COLMAR

Fransa’nın Strasbourg şehrinden başlayıp Colmar‘a kadar uzanan meşhur Alsas-Loren şarap yolunu gemiyle gittiğimiz için karış karış gezemesem de birbirine benzeyen bu kasabalarla ilgili genel bilgi vermek ve görme fırsatım olan yerlerden size kısaca bahsetmek isterim.

alsas loren şarap yolu hakkında bilgiler

Alsas-Loren Şarap Yolu

Gemiden inip otobüslerle Riquewihr‘e doğru yola çıktığımızda Alsas-Loren Şarap Yolu üzerindeki birbirinden güzel kasabaların ve uçsuz bucaksız üzüm bağlarının içerisinden geçerken gerçek anlamda olunabilecek en huzurlu yerdeyim hissini yaşadım.

Elimde olsa her kasabada durup keyfini çıkararak günlerce uzatacağım uzun bir yolculuk sonrası Riquewihr‘e ulaştık. Bu yola alternatif olarak çevreyolu da mevcut ama uzun yoldan kasabaları geze geze gitmek çok daha keyifli.

alsas loren Riquewhir colmar

1500lü yıllardan kalma oldukça küçük ve şirin bu kasaba insana bir masalın içindeymiş gibi hissettiriyor.

Şarap tadımı, etrafta çılgınlar gibi dolaşan turistleri, butik dükkanları ve iddalı tatlılarıyla (makaron ve tarçınlı ekmek) şarap yolu üzerinde baştan başa seyahet edenlerin mola yerlerinden biri olan bu küçük kasaba bana genel olarak bu yol üzerindeki bütün kasabaların ortak özelliklerini deneyimleme fırsatını sağladı.

DİPNOT: Çoğu yerde olduğu gibi Pazar günü burada da her yer kapalı. Turlar genelde pazar gününe denk getirmiyor fakat arabaya atlayıp turlayacaksanız planlarınızı buna göre yapmanızı öneririm.

alsas loren şarap yolu

Alış-veriş konusuna değinecek olursak tabii ki ilk sırada şarap var:) bunun dışında bölgeye özel motifler taşıyan örtüler, mutfak gereçleri gibi şeyler de mevcut.

Colmar Gezisi

Şarap yolu üzerinde iki farklı noktayı daha deneyimleme fırsatım oldu. Bunlardan biri gitmeden önce en çok merak ettiğim fakat varınca biraz abartıldığını düşündüğüm COLMAR.

Colmar fotoğraflarda göründüğü gibi mi? Evet benziyor ama o meşhur renkli evlerin bulunduğu kısım şehrin sadece küçük bir kısmı buraya Petit Venise yani Küçük Venedik deniyor. (İnternette dolaşan fotoğrafların hep aynı açıdan çekilme nedeni sanırım bu). Dolayısıyla hayallerimdeki gibi bir manzarayla karşılaşmadım.

alsas loren şarap yolu

Oldukça fazla turistin bulunduğu şehri şehir içinde tur atan ”Petit train touristique” adıyla anılan trenlerle gezdik. Bu trenlerde Türkçe dil seçeneği de mevcut ve ara sokaklara da girebilen bu trenler sayesinde hızlıca şehrin görülmesi gereken yerleri hakkında bilgi sahibi olduk.

alsas loren şarap yolu

Trenlere ilgi oldukça yüksek. Bu yüzden gitmeden bilet temin etmeniz zaman kazanmanızı sağlayabilir. Gezi rotası ve biletleri hakkında detaylı bilgi için link: tık tık

Alsas-Loren Şarap Yolu Gezisi Hakkında Bilgiler

✔ Bu bölgeyi araçla gezmenizi tavsiye ederim, konaklamarınızı yol üzerinde bulunan kasabalardaki hanlarda gerçekleştirebilirsiniz.
✔Araç ve tur otobüslerine alternatif olarak bisikletle de bölgeyi gezebilirsiniz. Rota bilgileri için: tık tık
✔ Şarap tadımı yaparak gezinizi daha keyifli hale getirebilirsiniz
✔ Bölgede yapılan festival ve etkinliklere göre gezi tarihinizi ayarlayabilirsiniz. Festival ve etkinlikler ile ilgili detaylı bilgi için: tık tık
✔ Bölgenin sembolü olan leylekle ilgili hediyelik eşyalardan almayı unutmayın!:)

Cennet hurmalı chialı yoğurtlu tatlı

Geçtiğimiz günlerde mutfak masasındaki meyve sepetinin içinde yanında bir tane nar ile kaderine terk edilmiş 5-6 tane cennet hurması (trabzon hurması da deniyor) ile ne yapabilirim diye düşünürken evde her yoğurdu biraz balla tatlıya çevirebilecek chia tohumu da olunca dedim ki ben bundan tatlı yaparım. İster kahvaltıda, ister ara öğün olarak ya da yemekten sonra afiyetle yenir.

Sonuç olarak gerçekten de misler gibi hem sağlıklı, hem besleyici hem de lezzetli bir tatlı çıktı ortaya. Cennet hurmasının tadı alışık olduğumuz tatlardan farklı olduğundan, bir de hergün yediğimiz bir şey olmadığından özel bir şeymiş hissi uyandırıyor yerken ama sonuç olarak ben evdeki malzemeleri değerlendirdim. Herhangi bir meyve de, chia-yoğurt-bal üçlüsüyle bir araya gelince gayet güzel sonuçlar veriyor.

Cennet hurmalı, chialı, yoğurtlu tatlı tarifi

Malzemeler ( 6 kase için)

  • 5-6 tane cennet hurması (yumuşak, olgunlaşmış olursa daha iyi olur)
  • 3 çorba kaşığı bal (hurmalar çok tatlı gelirse, kalorisi daha düşük olsun derseniz miktarı azaltabilirsiniz)
  • 1 kilo yoğurt (bu da damak tadına kalmış, daha az yoğurtlu isterseniz yoğurt ve bal miktarını azaltabilirsiniz)
  • 2 çorba kaşığı chia tohumu
  • 1 adet nar
  • 1/2 çay bardağı çekilmiş ceviz

Yapılışı

  • Cennet hurmalarının kabuklarını soyarak, içine bir çorba kaşığı bal ekleyip blendırdan geçiriyoruz,
  • 1 kilo yoğurdun içine 2 çorba kaşığı balı ve 2 çorba kaşığı chia tohumunu ekliyoruz,
  • Hazırlığımız karışımları bir sıra yoğurt, bir sıra cennet hurması gelecek şekilde kat kat kaseye koyuyoruz,
  • Üzerini çekilmiş ceviz içi ve nar ile süslüyoruz. Dilersek tarçın döküyoruz.
  • Buzdolabında en az bir kaç saat, ideali bir gece dinlendirip afiyetle yiyoruz!
cennet hurmalı tatlı tarifi

Kitap Önerisi: Ikigai, Japonların Uzun ve Mutlu Yaşam Sırrı

Güzel tasarımı ve okuyucuyu sürükleyen tarzıyla Ikigai için mutluluğun el kitabı demek abartı olmaz. Japon kültüründeki bu anlayışa göre her insanın sahip olduğu bir ikigai vardır. Yataktan kalkıp güne hevesle başlamalarını sağlayacak ikigai’si olan insanların stresten uzak, mutlu ve uzun bir hayat yaşamalarının daha kolay olduğu ileri sürülür. Peki dillerden düşmeyen, mutluluğun sırrı denilen bu Ikigai nedir?

Mutluluğun sırrı ikigai

Kendi ikigai’nizin ne olduğunu öğrenmek için kendinize aşağıdaki dört soruyu sormanız yeterli:

Neleri yapmaktan keyif alıyorum?
Neleri yapmakta iyiyim?
Dünya neye ihtiyaç duyuyor?
Ne yapmam için bana ücret ödenebilir?

Bu dört soruya verdiğiniz cevapların kesişim noktası sizin ikigai’ınız, yani mutlu olma yolunuz olacaktır:

ikigai japonların mutluluk sırrı

Kendi ikigaimi nasıl bulurum?

Keyif aldığınız bir alanda çalışırken zaman çabuk geçer, daha verimli ve üretken olursunuz. Yorgunluğunuzu pek az hisseder, stres ve sıkıntıdan uzaklaşırsınız. Hobilerinizi düşünün, sevdiğiniz bir müzik, bir dans, bir yazı vakti çok daha keyifli kılmıyor mu? İşte Ikigai’nızdaki ilk madde: Yaptığınız işten keyif alın, keyif aldığınız işleri yapın!

Ikigai’nızı bulmaktaki adımlardan ikincisi de neleri yapmakta iyi olduğunuzu bulmaktır. Hayatımız boyunca pek çok şey öğreniyor, kendimizi geliştiriyoruz. Kimi zaman bir konu diğerinden daha kolay, bir sorun diğerinden daha çözülebilir geliyor. Yeteneklerinizi ve eğilimlerinizi düşünün, kendinizi keşfedin! İyi olduğunuz şeyi daha kolay, keyifli yaparsınız ve bu gününüze mutluluk katar. Ikigai’ın asıl amacı da bireye mutlu, sağlıklı ve üretken bir hayat sunmaktır.

Dünya neye ihtiyaç duyuyor? Bu soruya tek bir cevap vermek oldukça zor. Doğayı korumaktan küresel ısınmaya, hayvan haklarından toplumsal eşitliğe, gelişimine katkıda bulunabileceğimiz pek çok konu var. Bu konulardan ilginizi çeken, en önemli gördüğünüz hangisi ise gözlerinizi ona çevirin. Seçtiğiniz alanda dünyanın değişimine katkıda bulunmak, daha büyük bir amaca hizmet etmek sadece yaptığımız işi değil hayatımızı da anlamlı kılar ve her sabah yataktan kalkmak, güne hevesle başlamak için bize bir sebep verir.

Keyif alıyorsunuz, yaptığınız işte iyisiniz ve her gün dünyayı güzelleştirmek için bir adım atıyorsunuz. Ikigai’nize çok yaklaştınız!

Son maddemizde ise yapmanız için size ücret ödenebilecek alanları bulmanız var. Kendinize sağlıklı ve konforlu bir hayat sağlamanız için para kazanmanız gerekiyor. Uçaklar ile mesafeler kısalmış,internet ile sınırlar ortadan kalkmış iken siz de sizi mutlu eden, üretken kılan ve hayatınıza anlam katan bir işi yani ikigai’nizi bulabilirsiniz!

Romantik Ren Nehri ve Mosel Turu

AVRUPA’YA FARKLI BİR BAKIŞ: NEHİR TURLARI

Genellikle yaşlı turistlerin tercih ettiği, büyük Cruise gemilere oranla daha samimi, daha ev gibi hissettiren nehir gemilerindeki turlarda nelerle karşılaşabilirsiniz?

Şu ana kadar büyük cruise gemileri ile seyahat etme fırsatım olmadı ama iki farklı nehir gemisi ile Avrupa nehirlerini deneyimledim. Bunlardan bir tanesi 2016 yılında katıldığım ”Tuna Nehri Turu” diğeri ise 2017 senesinde katılma fırsatı yakaladığım ”Romantik Ren Parkuru ve Mosel Nehri”.

Avrupa Nehir Turları Hakkında Bilgiler

Nehir gemilerinde katılımcı sayısı ortalama 170-190 kişi arası oluyor. Bu da bence ortamın samimi olmasını sağlayan en önemli faktör. Gemiler genel olarak lobi, arka-ön balkonlar ve en büyük özelliği olan teras katından oluşuyor . Odalar ise üç kata ayrılmış durumda (tabii bu gemiden gemiye değişebilir). Size tavsiyem en alt katı tercih etmemeniz, camı olmayan ve oldukça sallanan bu bölüm geziniz sırasında canınızı sıkabilir. Bu yüzden camı açılan hatta balkonu olan odaları tercih etmenizi öneririm. Evet, arada fiyat farkı var ama değer mi diye sorarsanız kesinlikle değer!

Romantik Ren Nehri ve Mosel Turu 108

Katıldığım turları detaylı olarak anlatmayacağım fakat bu yazımda size nehir gemisi turlarında dikkat etmeniz gereken şeyleri ve bu seyahatlerin avantajları ve dezavantajlarından bahsedeceğim.

Öncelikle tur içeriklerini çok iyi incelemeniz gerekli. Örneğin Tuna Nehri turuna katılmak istiyor olabilirsiniz. Burada gemiler farklı şehir ve kasabaları tur planlarına alıyorlar. Hepsi aynı turu yapmadığı için durakların detaylı araştırması hem gitmeden önce fikir sahibi olmanızı hem de spesifik olarak görmek istediğiniz bir yer varsa orayı kaçırmamanızı sağlar.

Turu incelerken dikkat etmeniz gereken bir diğer konu ise mesafeler. Limanlar arası mesafeler kimi turda kısa kimisinde ise çok uzun oluyor. ”Ay Benim karaya çıkmam lazım, 9 saat gemide ne yapayım?” sorusu aklınızı kurcalıyorsa sakin olun. Seçeceğiniz turu gemi geceleri uzun araları geçecek şekilde seçebilirsiniz. Ama gündüz hareket eden gemi de deneyimlemeye değer bence.

romantik ren parkuru ve mosel nehri turu hakkında bilgiler

Turu tercih etmeniz gereken zaman bence ilkbahar ayları. Çok sıcak veya çok soğuk havalarda keyifsiz olacağını düşünüyorum. Ben iki turumu da Nisan ayında yaptım. Ilık havada terasta geçirilen vakit ve şehir gezileri kesinlikle çok keyifli oluyor. Tur kapsamındaki bölgelere göre giyecek seçiminizi ayarlamanız gerektiğini unutmayın ama! Örneğin Almanya‘da t-shirtle gezerken Hollanda‘da oldukça üşüdüğüm oldu.

”Yanıma ne almam lazım?” kısmında ise yukarıda belirttiğim gibi mevsim şartları ve gezi rotasını göz önünde bulundurarak rüzgarlık, sweatshirt, yağmurluk gibi her mevsime uygun kıyafetleri mutlaka bulundurmanız gerekiyor. Gezi sırasında limanlarda inildiğinde yağmurla karşılaşma olasılığını mutlaka göz önünde bulundurmalı ve minik bir şemsiyeyi de çantanızda bulundurmanız gerektiğini hatırlatmak isterim (bazı gemilerde misafirlere özel şemsiye mevcut ama işinizi şansa bırakmayın derim).

nehir turları hakkında bilgiler

Bunun dışında gemi hareket halinde olduğu sırada oyalanacak bir şey bulmakta sıkıntı çekebilirsiniz (manzarayı izlemeye doyarsanız). Bunun için kitabınız, tabletiniz veya oyalanmak için herhangi bir şeyi yanınızda bulundurmanızı öneririm. Genelde gemi-otel konseptinde çeşitli grup oyunları, iskambil kartları vb. mevcut ama sınırlı sayıda. Dilerseniz bunlarla da vakit geçirebilirsiniz. Ayrıca her akşam canlı müzik oluyor.

Romantik Ren Nehri ve Mosel Turu 110

Gemi turunda şehir gezileri ekstra olarak ücretlendirilebiliyor (rehberli geziler). Bu şehir turu ücretleri size fazla gelebilir. Tura katılmamanız durumunda da bulunduğunuz yerin ilgi çekici noktalarını kaçırabilirsiniz. Bu şartlarda önceden gezeceğiniz yerlerle ilgili küçük bir araştırma yapıp gideceğiniz yeri önceden tanımanızı öneririm. Çok farklı kasabalarda ve şehirlerde çok bilinmedik, ilgi çekici şeyler olabiliyor. Her durakta geçirilen süre farklı olduğu için  siz ”aa, ne var burada acaba?” diyene kadar gemiye dönme zamanı gelebilir. Limana yanaşılan zaman ve şehir turları yemek saatinize denk gelebilir, turlar uzun sürdüğü için acıkabilirsiniz veya gezmekten yemek yemeyi unutabilirsiniz. Bu yüzden çantanıza mutlaka su ve atıştırmalık bir şeyler atmanızı öneririm.

romantik ren parkuru ve mosel nehri

Gemide sabah-öğle-akşam yemeği , ikindide çay saati ve gece atıştırmalıkları (en sevdiğim) bulunuyor, tabii bu da gemiden gemiye değişebilir, aralarda bir şeyler atıştırmak için uğradığınız limanlardaki marketlere de uğrayabilirsiniz.

Yazı çok uzun kısa kısa neler yapacağımı öğrenseydim iyi olurdu diyenler için konuyu toparlayalım:

Aynı nehir ve isimle yapılan turlarda bile farklı limanlarda durulduğu için turu seçmeden önce kapsamlı bir araştırma yapmanızı öneririm.

Farklı tur ve fiyatlara buradan ulaşabilirsiniz: Romantik Ren ve Mosel Turu

Aynı şekilde farklı mevsimlerde yapılan bu turun tadı bence Bahar aylarında çıkıyor, tercihinizi bahar aylarından yana kullanabilirsiniz.

Bahar ayı diyip geçmemek lazım. Farklı ülkeler ve şehirlerde hava durumu değişiyor, dolayısıyla her türlü duruma hazırlıklı olmak lazım.

”Gemi ayrı, şehir turları ayrı çok pahalı oluyor” diyebilirsiniz. Bu durumda gideceğiniz yerler ile ilgili küçük notları hazırlayıp, bunları yanınızdan ayırmazsanız görmek istediklerinizi kaçırmadan gittiğiniz yeri gezebilirsiniz.

✔ Gemide geçirilen zamanda kendinizi oyalacak birşey bulamama ihtimaliniz var. Bu ihtimali karşı yanınıza alacağınız kitap, tablet vb. almanızı öneririm.

2017 senesinde katıldığım Romantik Ren Parkuru gemisi gündüz oldukça fazla yol aldı. Aşağıdaki videoda bu sakin nehir gezisini izleyebilirsiniz;

İYİ YOLCULUKLAR!

Dünyanın Tarihi

Bir kaç gün önce dinazor müzelerinden bir tanesinin fotoğraflarına bakarken aklıma takıldı, dinazorlar dünya var olduktan ne kadar zaman sonra ortaya çıktılar? Öncesinde tam olarak neler oldu? Fark ettim ki biraz fikrim  ve bilgim var ama konuya tam da hakim değilim. Hemen araştırmaya koyuldum, konu tabii ki dipsiz kuyu ama biraz okuduktan ve bir kaç video izledikten sonra yazının sonunda görebileceğiniz dünya tarihini kronolojik olarak anlatan videoyu buldum.

Gündelik hayat akıp giderken bir çok insan oturup ‘dünyanın tarihi tam olarak nasıldır acaba’ diye düşünecek zamanı bulamıyordur diye tahmin ediyorum. Öte yandan da herkesin kendini özel ve önemli hissettiği, doğanın daha çok üretim ve tüketim için her gün daha fazla zarar gördüğü, teknolojinin hızla ve hem yaparak hem de yıkarak geliştiği bu bilgi çağında; dünyanın tarihini, nereden geldiğini, insanoğlunun hangi aşamada var olduğunu ve sonrasını bilmek farkındalığı biraz olsun arttırabilir diye düşünüyorum.

dünyanın tarihi hakkında bilgiler

Yukarıda bahsettiğim videoda bugün sınırları haritalarla belirlenmiş, insanoğlu tarafından hükmedilen, aslında hepimizin esas evi olan dünyanın tarihini ana hatlarıyla ve kronolojik sırayla anlatmışlar. Olayların ne kadar sürdüğü, neyin hangi aşamada olduğu ya da ortaya çıktığı iyice anlaşılsın diye de ‘Eğer şu ana kadar geçen toplam zaman New York-Los Angeles arasındaki mesafe olsaydı’ diyerek tüm olayları o yol üzerinden anlatmışlar. (Tam olarak neden bahsettiğimi anlamak isteyenler videoyu yazının sonunda bulabilirler.)

İngilizce bilenler direkt olarak yazının sonundaki videoyu izleyebilirler. Bilmeyenler için çevirisi  yaptığım bir kaç eklemeyle birlikte aşağıda.

DÜNYANIN TARİHİ

  • 4.54 milyar yıl önce: Dünya oluştu
  • 4.50 milyar yıl önce: Dünyaya gezegen boyutunda bir cismin çarpması sonucunda ay oluştu
  • 3.95 milyar yıl önce: Dünyanın en eski kayası oluştu

***

  • 3.80 milyar yıl önce: Yaşamın başlangıcı: kendini kopyalayan moleküllere dair ilk kanıt
  • 3.40 milyar yıl önce: İlk fotosentetik organizmalar yakın kızılötesi ışınları sülfür ya da sülfata çevirdiler
  • 2.70 milyar yıl önce: Oksijen üreten siyanobakteri ortaya çıktı (Siyanobakterinin karbondioksit ile fotosentez gerçekleştirmesi yeteneğinin Dünya üzerindeki yaşam formlarının çarpıcı bir şekilde değişmesine ve adeta yaşam çeşitliliğinin patlamasına neden olacak şekilde erken dönem dünya atmosferinin oksijenle dolmasına yol açtığı düşünülmektedir. Bitkilerdeki kloroplastlar ve ökaryotik algler siyanobakteri tarafından harekete geçirilir.)
  • 2.50 milyar yıl önce: Dünyanın atmosferindeki oksijen seviyesi belirgin şekilde artmaya başladı

***

  • 600 milyon yıl önce: Çok hücreli organizmalar evrimleşti
  • 465 milyon yıl önce: Bitkiler karada kolonileşti
  • 370 milyon yıl önce: Amfibiler (Omurgaya sahip balık ile sürüngen arasında özellik gösteren soğukkanlı hayvanlardır. Yaşamlarını hem suda hem de karada sürdürürler) sudan karaya çıktı.

***

  • 250 milyon yıl önce: Permiyen-Triyas Yok Oluşu (Büyük Yok Oluş). Deniz türlerinin %96’sı, karadaki omurgalı türlerin %76’sı yok oldu.

***

  • 240 milyon yıl önce: Dinazorların çağı başladı

***

  • 200 milyon yıl önce: Pangea (tüm kıtaların birleşik olduğu dönemdeki tek kıtanın adı) parçalarına ayrıldı ve en sonunda bugünkü 7 kıta ortaya çıktı

***

  • 67 milyon yıl önce: Tyrannosaurus Rex (T-Rex) & Triceratops evrimleşti

***

  • 66 milyon yıl önce: Kretase Tersiyer Yok Oluşu: Dinazorlar ve dünyadaki canlıların 3’te 2’si yok oldu

***

  • 60 milyon yıl önce: Dinazorlar gittikten sonra memeliler ortaya çıktı

***

  • 6 milyon yıl önce: Hominis şempanzelerden ayrıldı

***

  • 1.8 milyon yıl önce: İlk insanlar taştan araç gereç yapmaya başladılar
***
  • 200 bin yıl önce: Modern insan evrimleşti

***

  • 10 bin yıl önce: Tarım devrimi başladı

***

  • 5500 yıl önce: Kayıtlı insan tarihinin başlangıcı

***

  • 2000 yıl önce: İsa çarmıha gerildi

***

  • 523 yıl önce: Kolomb Kuzey Amerika’ya yelken açtı
  • 239 yıl önce: Birleşik Devletler bağımsızlığını ilan etti

***

  • 75 yıl önce: İkinci Dünya Savaşı

***

  • 25 yıl önce: Bilgi çağının başlangıcı

Sebzeli ve Köfteli Domates Çorbası Tarifi

Geçtiğimiz aylarda Hollanda’da eşimin ailesini ziyarete gittik. Kayınpederim güzel yemek pişirir, o gün de domates çorbası pişirmiş, mutfaktan gelen mis gibi kokudan anlıyorum. Çorbalar önümüze geldi, kıvamı oldukça yoğun ve içinde minik köfteler var. İlk kaşığı ağzıma götürdüm, aman o ne lezzet! O zamana kadar bir domates çorbasının böyle güzel yorumlanabileceğini, aynı zamanda sağlıklı ve doyurucu bir öğün yerine geçecek kadar besleyici olabileceği aklımın ucundan geçmezdi. Yerken içinde olabilecek malzemeleri tahmin etmeye çalıştım, kayınpederimden tarif almadan da eve döner dönmez bir benzerini pişirmeye karar verdim.

sebzeli ve köfteli domates çorbası tarifi

Sonuç: Muhteşem! Evde kıyma varsa köfteli, yoksa yalnızca sebzelerle pişiriyorum ve iki versiyonu da inanılmaz lezzetli oluyor.

Sebzeli ve Köfteli Domates Çorbası Malzemeler

sebzeli ve köfteli domates çorbası tarifi
  • 1 Büyük Boy Soğan (küp küp doğranmış)
  • 7-8 Diş Sarımsak (ince ince dilimlenmiş)
  • 6-7 Adet Domates (kabukları soyulup, küp küp doğranmış)
  • 2 Adet Orta Boy Havuç (dışı soyulup, küp küp doğranmış)
  • 2 Adet Kereviz Sapı (ince ince dilimlenmiş)
  • 9-10 Yaprak Taze Fesleğen
  • 200 Gr Domates Püresi
  • 1 Adet Et Bulyon
  • 150 Gram Dana Kıyma (kıyma, tuz ve karabiberle iyice yoğurulup, minik toplar haline getirilecek. yapılan köfteler birbirlerine yapışmasınlar diye üzerlerine çok az un dökülebilir)
  • 1.5 Çorba Kaşığı Zeytinyağı
  • 2 Su Bardağı Su
  • Tuz
  • Karabiber

YAPILIŞI

  1. Büyük bir çorba tenceresine 1.5 çorba kaşığı zeytinyağı koyulur, orta ateşte ısınırken üzerine doğranmış sarımsaklar ve soğanlar eklenir.
  2. Soğan ve sarımsağın rengi saydamlaşınca (tam kavrulmadan) küp küp doğranmış havuçlar eklenir. 1 dakika kadar sonra kerevizler eklenir ve 1 dakika kadar daha kavrulur.
  3. Küp küp doğranan domatesler eklenir, tencerenin içindekiler 2-3 tur karıştırıldıktan sonra ince ince fesleğen de eklenir kapağı kapatılır, fokurdayana kadar harlı ateşte, fokurdadıktan sonra kısık ateşte 3-4 dakika pişirilir.
  4. Tencerenin kapağı açılır, suyunu salıp pişmeye başlayan domateslere domates püresi, tuz ve karabiber eklenir. Bir 3-4 dakika da bu şekilde piştikten sonra 2 su bardağı sıcak su ve et bulyon eklenir (kıvamı daha sulu olsun derseniz maksimum 1 bardak daha sıcak su ekleyebilirsiniz.) ve fokurdayana kadar orta ateşte pişirilir.
  5. Fokurdayan çorba önce blendırdan geçirilir (biraz taneli kalacak şekilde) ve eğer köfteli yapacaksanız önceden hazırlanan köfteler eklenir. Köfteler pişene kadar 7-8 dakika daha pişirilir. Köftesiz yapacaksanız da yine blendırdan geçirdikten sonra bir 5-6 dakika pişirip çorbanızı ocaktan alabilirsiniz.
  6. Çorbalarınızı kaselere aldıktan sonra üzerini fesleğen yaprakları ile süsleyebilirsiniz.
sebzeli domates çorbası tarifi

Afiyet olsun!